- Siyasi Partiler ve Seçim Sistemi: Siyasetin Yapılandırılması Siyasi partiler özgürlükçü ve demokratik bir toplumsal düzenin vazgeçilmez unsurlarıdır. Buna karşın Türkiye’de siyasi partilere ilişkin anayasal ve yasal düzenlemeler son derece kısıtlayıcı hükümler içermektedir. Siyasi partilerin uyacakları esaslar ve maruz kalacakları yaptırımları düzenleyen Anayasanın 68. ve 69. maddeleri ile 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu, siyasi partileri adeta bir kamu kurumu gibi örgütlemekte, her alanda yasaklayıcı kurallara yer vermekte ve bir bütün olarak siyasi örgütlenme hakkını sınırlandırmaktadır.
- Çağdaş ve evrensel hukuki eğilimler siyasi partilerle ilgili iki temel ilkede mutabıktırlar. Birincisi, siyasi partiler demokrasiye, insan haklarına ve hukuk devleti ilkelerine saygı göstermek ve vatandaşların dilediği zaman parti içinde siyasi iradesini açıklayabilmesine uygun zemin hazırlamakla yükümlüdürler. İkincisi, siyasi partiler kendilerine tanınan ayrıcalıkları demokratik düzene karşı mücadele için kullanamazlar. Bu çerçevede, siyasi partilerin serbestçe kurulması ve vatandaşların siyasi partilere serbestçe üye olabilmesi imkânı güvence altına alınmalıdır. Bu, vatandaşların hiçbir sınırlama ile karşı karşıya kalmaksızın siyasi düşüncelere ulaşma, öğrenme ve yayma hakkının bir gereğidir. Ve bu hak, ancak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve diğer insan hakları sözleşmeleri kapsamında sınırlandırılabilir. Ülkemizde siyasi partilere ilişkin hukuki çerçeve oldukça sorunludur. Partilerin örgütlenmesinden propagandasına, yönetim kademesinden teşkilat sayısına kadar her konuyu detaylı bir şekilde düzenleyen ve partilerin elini kolunu bağlayan yasaklayıcı bir anlayıştan uzak durulmalıdır. Temel esaslar belirlenmeli, siyasi partilere rahat hareket etme imkânı verilmelidir. Türkiye’nin siyasetin alanını genişletecek yeni bir siyasi partiler düzenine ihtiyacı vardır. Bu amaçla, demokratik bir Siyasi Partiler Kanunu hazırlanacaktır. Siyasi partilere ilişkin yasaklama ve kapatma yaptırımına, ancak ve ancak şiddet kullanmanın teşvik edilmesi ya da anayasal düzeni yıkmak için şiddet kullanılması halinde başvurulmalıdır. Buna göre, program ve tüzüklerinde şiddeti teşvik eden, vatandaşları silahlı çatışmaya, terörizme, ırkçılığa ve yabancı düşmanlığına yönlendiren siyasi partiler yasaklama veya kapatma yaptırımıyla karşı karşıya kalabileceklerdir. Siyasi partilere geniş bir ifade özgürlüğü sağlanmalıdır. Kapatma siyasi partiler için en son yaptırım olarak düşünülmelidir. Eğer partilerin tüzük ve programlarında birtakım aykırılıklar varsa, ‘ihtar’ ve ‘düzeltme talebi’ gibi kapatma öncesi uyarılara yer verilmelidir. Karar organlarınca desteklenmediği sürece üyelerinin bireysel davranışları nedeniyle siyasi partiler sorumlu tutulmamalıdırlar. Bir siyasi parti hakkında kapatma davasının açılabilmesi yalnızca Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın iradesine bırakılmamalıdır. Kapatma davası, hukuki olduğu kadar aynı zamanda siyasidir.
- Bu nedenle siyaset kurumunun da bu sürece müdahil olması gerekir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın bir siyasi parti için kapatma davası açabilmesi, TBMM’nin nitelikli çoğunlukla alacağı karara bağlanmalı ve kapatma kararı da Anayasa Mahkemesi’nin nitelikli çoğunluk oyu ile verilebilmelidir. Siyasi partilere Hazine yardımı yeniden gözden geçirilmelidir. Siyasi partilerin finansmanı şeffaflaştırılmalı, parti gelirlerinin ve harcamalarının sadece yargı tarafından değil kamuoyu tarafından da detaylı bir şekilde takip edebilmesi sağlanmalıdır. Siyasetin kalitesini, özerkliğini ve siyasal sistem içindeki etkisini artırmak üzere, Siyasi Partiler Kanununun yanı sıra yeni bir Seçim Kanunu yapılarak, Seçim Mevzuatı demokratik bir perspektifle kapsamlı bir revizyona tâbitutulmalıdır. Siyasi geleneğimiz, parlamento çoğunluğuna sahip siyasi parti veya iktidarların kendi çıkarları doğrultusunda seçim sistemini değiştirmelerinin kötü örnekleriyle doludur. Seçim sisteminin her seçim öncesinde Meclis çoğunluğuna sahip siyasi partilerin insafına terkedilmesi, temsilde adalet ilkesini zedeleyecek uygulamalara alan açmaktadır.
- Bu çerçevede, seçim sistemine ilişkin temel ilke ve kurallar anayasal güvence altına alınmalıdır. Mevcut haliyle baraj sistemi, seçim öncesi ittifakları zorunlu kılarak siyasetin dinamizmini yok etmektedir. Temsilde adalet ilkesini hayata geçirmek üzere seçim barajı uygulamasına son verilmelidir. Demokratik, şeffaf ve hesap verebilir bir siyasal hayat Türkiye’nin öncelikli ihtiyaçlarındandır. Başta seçimle kamu makamlarına gelenler olmak üzere siyasi partilerin il ve ilçe başkanlarının, bütün bu isimlerin birinci dereceden akrabalarının mal varlıklarının da kamuoyunun gözetleyebileceği şekilde açıklanması gerektiğine inanıyoruz. Yapılan bütün seçimlerde siyasi partilerin ve adayların kampanya bütçelerinin oluşumu, gelir kaynakları, ayni ve nakdi yardımlar ve giderleri olabilecek en şeffaf şekilde hem kamuoyunun hem de uzman denetçilerin rahatlıkla ulaşabileceği şekilde düzenlenmelidir. Bu bilgilerin ön raporlarını seçim tarihinden bir hafta önce, bütün partilerin aynı gün kamuoyu bilgisine sunmaları yasal zorunluluk haline getirilmeli, seçimleri takip eden bir ay içerisinde de kesin hesap raporları açıklanmalıdır. Seçim kurullarına benzer bir şekilde siyasi partiler, sivil toplum, akademi ve ilgili olabilecek kurumlardan temsilcilerle kampanya dönemine mahsus izleme ve denetleme komisyonu oluşturularak seçimlere girecek olan siyasi partilerin mali denetimi ve harcamalarını denetlemelerini öngörüyoruz. Benzer şekilde 298 sayılı kanunda belirtilen seçim dönemi ihlalleri ayrım gözetilmeksizin cezalandırılmalıdır.
- Sivil Toplum: Katılımcı Demokrasinin Öznesi Türkiye’nin siyasi, ekonomik, kültürel vb. tüm toplumsal sorunlarının çözümünde ve ülkemizin değerlerinin korunmasında sivil toplum büyük bir öneme sahiptir. Dünya genelinde, özellikle de demokratikleşme sürecindeki ülkelerde büyük rol oynayan sivil toplumun ülkemizde de gerek siyasal alanın denetlemesinde gerekse karar alıcılara ve kurumlara yol göstermede benzer bir görevi üstlenebilmesi için her türlü destek verilecektir. Sivil toplumun özellikle niteliksel gelişimi için ihtiyaç duyduğu hususlar yerine getirilecektir. Sivil toplum alanındaki mevzuat demokratik değerler ve evrensel hukuk standartlarına uygun bir biçimde düzenlenecektir. Sivil toplumun karar alıcılar ve Sivil toplumun karar alıcılar ve kamu kurumları ile yakın ve sürekli işbirliği içinde olması sağlanacaktır. Sivil topluma katılımı engelleyen güvenlik engelleyen güvenlik eksenli yaklaşıma son verilecektir.
- Şeffaflık ilkesi çerçevesinde, sivil toplum örgütlerinin ulusal ve yerel düzeyde kamukurumlarının çalışmalarına katılımı ve katkı vermesi sağlanacaktır. Sivil toplumun örgütlenebilmesi, kapasitelerini geliştirebilmesi ve çalışmalarını daha etkin bir biçimde sürdürebilmesi için her türlü teşvik sağlanacaktır. Gerek vakıflar, gerekse dernekler açısından ‘kamu yararı’ statüsü yeniden ele alınarak bu haktan yararlanabilecek sivil toplum örgütlerinin kapsamı genişletilecektir. Sivil toplumla ilgili önemli bir sorun alanı da kamu ve devletle geçişken ilişkilere sahip kurumların oturduğu düzlemdir. Başta farklı formlardaki odalar ve meslek birlikleri olmak üzere, sendikalar, federasyonlar ve benzeri örgütlenmeler demokrasimizin işleyişi, ekonomik ve toplumsal hayatımızdaki tamamlayıcı rolleri açısından oldukça önemli bir vazife ifa etmektedirler.
- Demokrasinin en fazla yerleşik olması gereken bu kurumsal yapılar, yıllardır güç temerküzünün merkezleri haline gelmişlerdir. Bu kurumların demokratik katılımı öncelikle kendi bünyelerinde hayata geçirmeleri gerektiğini düşünüyoruz. Büyük bir çoğunluğu doğrudan kamu ile mesai harcayan bu kurumlarda seçimlerin en şeffaf demokratik standartları yakalaması gerektiğine inanıyoruz. Aynı şekilde büyük bir kısmı yasal çerçeve sayesinde yani kamu imkânlarının sağladığı yollarla kaynaklarını oluşturduklarından dolayı seçimle bu kurumların başına gelme süresinin sınırlanması gerektiğine inanıyoruz. Ayrıca seçime giren farklı listelerin aldıkları oy oranında temsil hakkını kazanacağı bir sistemi savunuyoruz.