Biyolojik Saldırılar Ve Bu Saldırılarla Mücadele İçin Yapılması Gerekenler
Gerek terör amaçlı, gerekse savaş amaçlı olsun biyolojik saldırılar büyük tehlikeler yaratma potansiyeline sahiptir. Pandemi nedeniyle gelişmişlik seviyesi ne olursa olsun tüm dünya ülkelerinin toplumun genelini aynı anda tehdit eden salgın ve sağlık problemlerine karşı korunma/tedavi uygulamaları ve süreç yönetiminin önemini gözler önüne sermiştir.
Her ne kadar Biyolojik Savaş Ajanlarının gelişmesi ile beraber dünyada bu silahların kullanım ve üretimini sınırlamak maksadı ile 1925 yılında Cenova Protokolü, 1972 yılında Biyolojik Silahlar Anlaşması imzalanmışsa da devletler savaş ortamında zor durumda kaldıklarında bu anlaşmaları göz ardı ederek biyolojik silahları kullanılabilmektedirler. Nitekim II. Dünya Savaşında Almanya, Japonya, SSCB, ABD ve İngiltere gibi devletler, biyolojik silahlanma yarışına girişmişlerdir. İran-Irak savaşında da biyolojik silahlar kullanılmıştır. Son dönemlerde bazı ülkelerde biyolojik terör saldırıları gerçekleşmiştir.
İnsanlarda, hayvanlarda ve bitkilerde hastalık oluşturan veya ölümlere yol açan bakteriler, virüsler ve bunların yan ürünleri vb. mikroorganizmalara biyolojik ajan denilmektedir. Biyolojik saldırılarda bu ajanlar kullanılmaktadır. Biyolojik ajanlar, tabiatta bulunmaları sebebiyle kimyasal ajanlara kıyasla bazı avantajlara sahiptirler. Bulaşıcılık kapasiteleri, hastalık yapabilme etkileri ve gerekirse çeşitli genetik değişiklikler de yapılarak değerlendirilmeleri biyolojik silah olarak kullanılmalarının cazibesini artırmaktadır. İnsanlarda hastalığa sebep olan patojenlerin %60'ının, yeni hastalıkların %75'inin ve biyoterör amaçlı kullanılabilecek organizmaların %80'inin zoonoz (hayvandan insana bulaşan) özellikte olduğu belirtilmektedir. Yapılan tespitlere göre 180 den fazla patojen biyolojik saldırı ajanı olarak kullanılmaktadır.
Patojen mikroorganizmaların insan, hayvan ve bitki gibi canlılarda hasar, hastalık veya ölüm meydana getirmesi için kullanılması biyoterörizm ve biyolojik saldırı olarak tanımlanmaktadır. Özellikle teröristler tarafından yapılan bu tür eylemlere biyoterörizm denilirken, her hangi bir devlet tarafından yapılan biyolojik saldırılara biyolojik savaş adı verilmektedir.
ABD’deki Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi (CDC), literatürde yer alan Biyolojik Harp Ajanlarını; hastalık oluşturma, yayılma ve öldürücü özelliklerini göz önüne alarak üç kategoriye ayırmıştır. Mesela kategori A içerisinde insandan insana bulaşabilen, kitlesel ölümlere neden olarak halk sağlığını önemli oranda etkileyen ve paniğe yol açan ajanlar yer almaktadır. Kategori B içinde yer alan bazı ajanların geniş yayılma potansiyeli olsa da, genellikle daha az hastalık ve ölüme neden olmaktadırlar. Kategori C’de yer alan ajanlar için ise, günümüzde yüksek biyoterörizm riski olmamakla birlikte, yayılımı ve üretimi kolay olan bu ajanların, gelecekte yüksek riske neden olabilecekleri düşünülmektedir.
Neden Biyolojik Silahlar Tercih Edilmektedir
Biyolojik silahların kolay ve ucuza elde edilmesi, bu silahların kuluçka döneminin olması ve teröristlerin tespit edilmeden kaçmalarına imkân tanıması, bugünün şartlarında öldürücülüğü ve bulaşma riskinin yüksek; çevre koşullarına dirençli, etkin dağılıma sahip; hava, su ve yiyeceklerle yayılabilir olması; depolanabilir, istenildiğinde dağıtıma hazır hale gelmesi, biyolojik ajan sayısının çokluğu, her birinin değişik özelliklere sahip olması ve düşman veya teröristin hangisini kullanacağının bilinmemesi, kullanıldıklarında görünmez, kokusuz, tatsız olmaları ve kuluçka süresi gibi nedenlerle hemen belirti vermemeleri, dolayısıyla olay mahallinin bilinmemesi, hastalık tablolarının birbirine benzemesi ve çok geniş bir spektrum içermesi, etkili bir tedavisinin bulunmaması ve insandan insana bulaşması biyolojik silahların terörist gruplarca kullanılma riskini artırmaktadır.
Bugünün şartlarında çok düşük bir maliyetle kurulabilecek küçük bir laboratuarda biyolojik silah olarak kullanılabilecek çoğu mikroorganizmanın üretilmesi mümkündür. Bu tür silahları üretim aşamasında, ulusal ve uluslararası kontrollerden saklamak çok zor değildir. Herhangi bir kimyasal sanayi tesisi, laboratuarlar, aşı üretim enstitüleri gibi yerler üretim için elverişlidir. Biyolojik savaş ajanları daha önce de belirtildiği gibi kolayca temin edilebilirler, düşük maliyetle büyük miktarlarda üretilebilirler, genel güvenlik sistemlerince saptanmaları zordur ve kolayca taşınabilirler.
Biyolojik silahların engellenmesine yönelik çabalar tam olarak başarıya ulaşamazken, bugün yeni ve daha büyük bir tehdit ortaya çıkmıştır. Biyoteknoloji, katmanlı imalat, yapay zekâ, nanoteknoloji ve robot teknolojilerindeki ilerlemeler, biyolojik silah araştırmasını ve üretimini kolaylaştırmakta, hızlandırmakta ve maliyetini düşürmektedir. Bu teknolojiler, yeni biyolojik silahların geliştirilmesine, daha ölümcül hale getirilmesine ve kişi veya küçük grupları hedef alabilecek nitelikte hassasiyet kazanmasına yol açmaktadır. Üstelik insanlığın yararına da kullanılan bu teknolojileri denetlemek oldukça güçtür. Bu da biyolojik silah araştırmalarının ve saldırılarının izlenmesini zorlaştırmaktadır. Dolayısıyla bu tür gelişmeler de biyolojik saldırıların cazibesini artırmaktadır.
Önümüzdeki yıllarda biyoteknoloji ve nanoteknolojideki ilerlemelerle, geleceğin açık-kapalı birçok savaşında genomik araştırmalara dayalı yeni kuşak biyolojik silahlar kullanılacağını (belki de artık kullanılmakta olduğunu) öngörmek, kesinlikle “komplo teorisi” olarak değerlendirilmemelidir.
Mesela:
* “Aptamer” adı verilen, kısa nükleik asit zincirleri kullanılarak, nefes almamız ya da hareket etmemiz için yaşamsal önemi olan, bazı hücre reseptörleri etkisiz hale getirilebilir.
* Hücrelerin belirli işlevlerini etkileyecek, DNA’yı değiştirip, parçalayacak, hastalıklara karşı direnci ortadan kaldıracak nano partikül boyutlarında “moleküler zehirler” kullanılabilir.
*Hastalık yapıcı etkenler, daha ölümcül, daha bulaşıcı ve bilinen tedavilere dirençli hale getirilebilir.
*Belirli genetik özellikleri taşıyan kişilere karşı “genetik silahlar” üretilebilir. Böylece milyonlarca kişi arasında sadece bu özellikleri taşıyanları tanınabilir ve sadece onlara zarar verilebilir.
Baş döndürücü gelişmeler nedeniyle gelecekte yukarıda ifade ettiğimiz tehlikelerle karşı karşıya kalabiliriz. Bu sebeple oluşabilecek tehditlere karşı gerekli önlemlerimizi şimdiden almamız ve gerekli hazırlıkları yapmamız şarttır.
Biyolojik Saldırı Belirtileri
Biyolojik saldırılar genellikle; patojen veya toksinin enjekte edilmesi, bir patojen veya toksinin yiyecek, içecek, gıda katkı maddeleri veya ilaçlara katılması, patojen veya toksin süspansiyonlarının hedef bölgelere hava yoluyla püskürtülmesi gibi üç farklı yolla yapılmaktadır.
Eğer bir ülkede bitki ve hayvanlarda alışılmışın dışında belirtiler (anormal renk değişiklikleri olması, hayvanlarda ani ve aşırı sayıda ölüm görülmesi, çevrede normalde o bölgede görülmeyen mantarların ve böceklerin ortaya çıkması), insanlarda hızla artan ateş, öksürük ve ishal gibi durumların ortaya çıkması, karaciğer enzim yüksekliği ile seyreden ağır pnömoniler, aynı aile veya topluluk içinden gelen ensefalit, yüksek ateş ve pıhtılaşma bozukluklarının bir arada görülmesi, nedeni bilinmeyen ani ölümler; yaşa, coğrafyaya, mevsimlere uygun olmayan bir hastalığın belirmesi ve kamuoyuna açıklama yapılması gibi durumlar gözlendiği takdirde, biyolojik bir savaş ajanının kullanıldığı ihtimali üzerinde durulmalıdır.
Biyolojik Saldırılardan Korunma
Dünyamızda son dönemlerde yaşanan teknolojik gelişmeler nedeniyle, biyogüvenlik konusu bugüne kadar hiç olmadığı kadar önem kazanmıştır. Biyogüvenlik, yeni gelişen bulaşıcı hastalıkların önlenmesi ve kontrolü, biyoterörizme ve biyolojik silahlarla yapılabilecek saldırılara karşı hazır olunması, biyolojik kaynakların korunması ve biyoteknolojinin kötü niyetli kullanımının önlenmesi gibi gereklilikler nedeniyle her ülkenin ilgi göstermesi ve milli güvenliği açısından stratejik adımlar atması zorunlu olan bir konu haline gelmiştir. Böylelikle küresel güvenlik açısından da kritik öneme sahip olan biyogüvenlik; sadece sağlık, tarım, bilim, teknoloji ve eğitim alanları ile değil, askeri alanla da ilgilidir ve bütün bu alanlarda önem verilmesi gereken bir konudur.
Biyolojik ajanların kullanımını tamamen ortadan kaldıracak veya kullanıldıklarında bunları hemen saptayarak, kitleleri hızla koruyabilecek kesin bir önlem pratik olarak henüz yoktur. ABD gibi yıllardır biyolojik saldırı senaryoları üzerinde çalışmış bir ülkede bile bu ajanlar, ancak hastalık yapıp, can almaya başladıklarında belirlenmişlerdir. Toplum sağlığını ilgilendiren birçok konu gibi, korunma ve tedavi yöntemleri zor, emek yoğun ve pahalıdır. Etkili bir savunma için, saldırı olmadan önce belli organizasyonların rasyonel ve ekonomik bir şekilde düzenlenmeleri ve eğitilmeleri gerekir.
Biyolojik silahlardan korunma birbiri ile ilintili beş maddeden oluşur: Önleme, Belirleme, Korunma, Tedavi, Dekontaminasyon (temizleme). Biyoterörizm saldırılarından korunmak için temel öncelikler arasında; potansiyel biyolojik terör ajanlarını uluslararası standartlara uygun olarak tanımlayabilecek laboratuvarların oluşturulması, özel eğitimli sağlık personelinin istihdamı, tüm kamu kurumlarında biyoterörizm ve biyogüvenlik konusuna dair bilincin geliştirilmesi yer almalıdır. Biyolojik silahlardan korunmak için; erken uyarı sistemleri kurulmalı, etkenin saptanması ve tanı konulması sağlanmalı, fiziksel ve kimyasal korunma önlemleri alınmalıdır. Biyoterör olayları ile dünyada sık sık karşılaşılmadığından bu tür olaylara sağlık personeli hazırlıksız yakalanabilir. Bu ajanlarla oluşacak hastalıkların kliniği, tanı, ön korunma, tedavi, örneklerin taşınması, bariyer önlemleri ve sağlıklı bireylerin korunması gibi konularda sağlık personeli eğitimli olmalıdır.
Ajanların Tanımlanması
Biyolojik saldırılarda kullanılan ajanı hızlı bir şekilde tespit etmek çok ama çok önemlidir. Dolayısıyla bilim adamları PCR ile yapılan hızlı sayılabilecek tanımlamaları daha da geliştirebilmek için çalışmalarını yoğun bir şekilde sürdürmektedirler. Bu alandaki çalışmalar ile ilgili bazı örnekler aşağıda belirtilmiştir.
* Laptop bilgisayara bağlı taşınabilir bir sistem ile hızlı bir şekilde ajanın spesifik DNA dizisi saptanarak 30 dakikada sonuç alınmaktadır.
* Diğer bir örnek ise lazer teknolojisi ile çalışan ve mass spectrometry ile kromatografi cihazlarından oluşan sistemdir ve ajanlar oldukça hızlı ve doğru bir şekilde saptanabilmektedir.
* Şarbon, veba, Salmonella, tularemi ve diğer birçok ajanı saptayabilecek kapasitede, 25 kg ağırlığında taşınabilir bir sistem geliştirilmiştir. Sistem; verilmiş bir DNA dizisi varlığında örneği otomatik olarak analiz etme kabiliyetinde bir cihaz ile çalışmaktadır. Yazılımı otomatik olarak verileri toplayıp yorumlayabilecek ve sonuçları rapor edebilecek şekilde hazırlanmıştır. Sistem, hızlı ısı-döngü (thermal-cycling) teknolojisi ve eşzamanlı (real-time) florimetre tekniklerinin birleşiminden oluşmuştur. DNA'yı saptadığı ve çoğalttığı için antijen-antikor temeline dayalı testlerden daha duyarlı ve özgüldür. Bu sistem 32 örneği 25 dakikadan daha kısa bir sürede analiz edebilme yeteneğindedir.
* Biyolojik saldırı endişesi bu alanda etkeni tanımlamadan yok etmeye ve dolayısıyla güvenlik sağlamaya yönelik çalışmalara hız kazandırmıştır. Bu amaçla geliştirilmiş olan ve radyoaktif kobalt 60 çomakları içeren su havuzu ve bir Geiger sayacından oluşan cihaz, bir kamyon dolusu mektubu 6 saat içinde ışınlayıp şarbon bakterisini öldürebilmektedir.
* Biyolojik ajanlar sinsi oldukları ve geç belirti verdikleri için, son zamanlarda, “acaba insanlar bir biyolojik saldırıdan nasıl en az dozu alarak kurtulur veya daha kuluçka süresinin başlangıcında eğer tedavi olanağı varsa tedaviye başlar?” sorusuna cevap bulmak için bilim adamları havadan mikroorganizmaları saptamaya yönelik çalışmalar da yapmaktadır. Her yarım saatte bir havayı test eden bir system geliştirilmiştir. Bu sistem önceden programlanmış biyolojik veya kimyasal ajanlardan biri saptandığında sesli olarak alarm vermektedir. Makinaların hava alanları, metrolar ve hükümet binaları gibi terör hedeflerine yerleştirilebilecek özelliklerde oldukları bildirilmektedir.
* Kapalı kaplar içindeki antraks, patlayıcılar, ilaçlar ve diğer organik kaçak malları saptayabilen bir cihaz geliştirilmiştir. Bu cihazda düşük aktivite kaynaklı radyasyon içeren bir emitör, nötronları şüpheli pakete göndermekte, gamma ışınları organik maddeleri dik açı ile dedektöre aktarmaktadır. Dedektörde analiz yapılıp sonuçlar elde taşınan küçük bilgisayarda gösterilmektedir.
* Hava, sıvı ve katı örnekleri almak için değişik kaplar ve vasatlar içeren bir örnek alma kiti geliştirilmiştir.
* Ülkemizde de bir firma tarafından (Diomed-İstanbul), bir çanta içerisine yerleştirilmiş şekilde tasarlanan ve içerisinde havadan virüs dâhil tüm mikroorganizmaları yakalamak, sudan aynı şekilde örnek almak için filtrasyon sistemi, sudan ve havadan kimyasal ajanları saptamak için indikatörlü kağıt taşıyan tüp ve düzenekler bulunan bir kit geliştirilmiş durumdadır. Çantanın ortasında zaman ve geçirilen hava miktarının ayarlanabileceği bir vakum pompası vardır.
* Biyolojik ajanlar terörist saldırıların yanısıra topyekün savaşlarda da kullanılabileceğinden (ki Basra Körfezi Savaşı'nda Irak'ın botulinal toksin, aflatoksin ve antraks sporlarını roketlere, uçak sprey tanklarına ve SCUD füze başlıklarına yerleştirip beklettiği iddia ediliyor) ABD'de bir deteksiyon sistemi üzerinde uzun süredir çalışmalar yapılmaktadır. Bu sistemi deneysel olarak doğal ve yapay aerosol bulutlarını saptamakta kullanılmaktadır. Sistem; 5000 feet'den daha yüksekte rüzgara karşı dikine olarak uçan bir helikoptere yerleştirilmiş bir “pulsed” lazer, bulut ile karşılaşıldığında ışınların dağılımını kaydeden bir aynalı teleskop ve foton dedektörü içermektedir. Lazer ile 100 km boyunca incelenebilen atmosferden, öncelikle her biri 3 hava örnek alıcısı ile donatılmış araçlarla bulut örnekleri alınmakta ve bu hava örnekleri BIDS ile analiz edilmektedir. BIDS;
1. Partikül büyüklüklerinin haritasını çıkarır (aerodinamik partikül ölçer ile),
2. Bakteri hücrelerini saptar, sınıflandırır ve DNA içeriğini ölçer,
3. Bioluminometre kullanarak ATP içeriğini ölçer,
4. İmmünassay kullanarak spesifik ajanların (B. anthracis, stafilokok enterotoksin B, Botulinum A toksin, Y. pestis) kimliğini tespit eder. Örnek alındıktan sonra ilk 3 test 4 dakikada, immünassay ise 20 dakikada tamamlanmaktadır.
Bulutların lazer görüntüsü onu bir biyolojik ajan aerosolü olarak kimliğini tespit etmekte kullanılabilir. Ayrıca, AWACS veya J STAR sistemleri ile elde edilen bilgiler bulut yayan uçakların yerini belirleyebilir. Bu sistemin etkili çalışabilmesi için yeterli sayıda helikopter ve aracın faaliyette olması (kolordu seviyesinde bir alan için 35 araç-helikopter) gereklidir. Böyle integre bir deteksiyon projesi, bulut 4 km uzakta saptanabilirse, askerlere maskelerini giyip önlemlerini alabilmeleri için yeterli uyarı zamanını sağlayabilecektir. BIDS ile 8 ayrı antijen (bakteri, virüs ve toksin) aynı anda saptanabilmektedir. Saptama olasılığı %95, yanlış alarm oranı ise %0.1'dir.
* Yine hızlı tanı için immünokimyasal teknoloji ile üretilmiş, 5-15 dakikada sonuç veren kit geliştirilmiştir. Bu kit ile B. anthracis, Y. pestis, botulinal toksin, risin, stafilokok enterotoksin B, Venezuella beygir ensefaliti, Brucella ajanları saptanabilmektedir.
* Ayrıca yine ABD'de başka bir firma, çeşitli bölgelerden belirli zaman aralıklarında çevresel hava örnekleri toplama ve analiz etme projesini geliştirmiştir. Bu projedeki örnek toplama cihazı, hızlı bir hava örneği toplayıcısına ve partikül büyüklüğünü ölçen dedektöre sahiptir. Bu yolla gece-gündüz ayrı ayrı ve meteorolojik programa göre ısı, nem, rüzgar hızı ve yönü gibi özellikler göz önünde bulundurularak örnekler alınmakta ve bu örnekleme değişik mevsimlerde tekrarlanarak tüm veriler dokümante edilmektedir. Çünkü havadaki mikroorganizma konsantrasyonları yukarıda saydığımız özellikler ile değişebilmektedir. Dokümante edilen veriler ışığında, havada olması gerekenden farklı bir mikroorganizmanın yoğunluğundaki artış şüphe uyandıracaktır. Alınan örneklerdeki DNA'ların, PCR ile çoğaltıldıktan sonra “Temporal Temperature Gradient Electrophoresis” ile farklı paternleri veya barkodları elde edilir ve kompakt disklere kopyalanarak arşivlenir. Bir olay anında PCR ile çoğaltılan DNA'lar bu kompakt diskte barkodları kayıtlı mikroorganizmalar ile çabucak karşılaştırılırlar.
Sonuç olarak; birçok biyolojik ajan gerekli laboratuvar çalışma koşulları sağlandıktan sonra standart hastane klinik laboratuarlarında tanımlanabilir. Hatta bu laboratuarlar, çok farklı bir bakteri için bile boyama, kültür ve antibiyotik duyarlılık testleri yaparak destek sağlamış olurlar. Ekzotik virüsler ve seyrek rastlanan toksinler için çok daha özel laboratuarlar gereklidir. Tabii bunların yanı sıra belirlenmiş bir referans laboratuarı hızlı tanı için bu zincirin en önemli halkasını oluşturmaktadır. Bu arada laboratuarlar arası kurulacak bir bilgisayar ağı bilgi alışverişini sağlayacak, haberleşmeyi kolaylaştıracak ve bu da laboratuarların tanı kapasitelerini arttıracaktır.
Sonuç
Dünyadaki durum ve Türkiye içinde yapılan araştırmalar, Türkiye’nin biyogüvenlik kriterlerinin sağlanması için yeterli ve organize bir plana sahip olmadığını göstermektedir. Dolayısıyla gelecekte ortaya çıkabilecek gelişmeleri de göz önüne alacak bir plan hazırlanmalıdır.
Ülkemizde süratle, Milli Güvenlik Kurulu’nca belirlenen biyolojik terörle mücadeleye yönelik ulusal stratejiler doğrultusunda bir biyogüvenlik merkezinin ve buna bağlı bir “biyo-forensik” laboratuarının kurulması şarttır.
Biyolojik bir saldırının tek amacı insanlara fizyolojik zarar vermek olmayıp toplumda psikolojik olarak korku yaratmak amacı da vardır. Bu bakımdan insanların psikolojik olarak etkilenmesinin en aza indirilmesi için gerekli eğitim ve bilgilendirme çalışmaları yapılmalıdır.
Biyolojik saldırı ajanlarını en kısa sürede tanımlayacak sistem ve laboratuarların oluşturulması büyük önem arz etmektedir.
Erken uyarı sistemleri bir an önce kurulmalıdır.
Özellikle hastalık yapıcı organizmaların adaptasyon yeteneği göz önüne alındığında, aslında bu mücadele sürekli takip edilmesi gereken bir süreçtir. Kriz durumları önceden tespit edilerek kriz anında en etkili çözüm yolları oluşturulmalıdır. Sürekli bir takip mekanizması olmadan sadece acil durumlarda etkinleştirilecek bir sistem, tehlikeli salgın hastalıklara karşı olan savaşta iyi bir başarı seviyesine ulaşmayı engeller.