Çocuk Haczi Üzerine Bilgilendirme Notu
27.10.2020

Çocuk Haczi Üzerine Bilgilendirme Notu


İcra İflas Kanunu Kapsamında Çocuk Teslimi Sürecinin Zararları

Aile kurumunun sağlıklı olarak devam etmesi toplum açısından oldukça önemlidir. Boşanma süreci sonrasında tarafların birbirleriyle ama özellikle müşterek çocuklarıyla sağlıklı ilişkiler kurması çocukların, ebeveynlerin, toplumsal barışın ve tüm bunlara bağlı olarak devletin yararınadır.

Boşanma ya da ayrılık davaları sürecinde ve sonrasında her ebeveyn çocuğa yönelik davranışlarında “çocuğun üstün yararını” öncelememektedir. Bazı ebeveynler çocuğu eski eşleri ile hesaplaşmanın aracı olarak kullanmakta, onu diğer ebeveyne karşı yabancılaştırmaktadır.

Mevcut uygulamaya göre çocuklar, velayet sahibi olmayan diğer ebeveyn ile ayda sadece 2 hafta sonunda üstelik mahkeme tarafından belirlenen saatlerle sınırlı olarak görüşebilmektedir. Daha fazlası için velayet hakkı sahibi olan ebeveynin onayına muhtaç kalınmaktadır.    

Velayet hakkı sahibinin mahkeme kararındaki sürelerle sınırlandırmadan, çocuk ile uzaktaki ebeveynin özgürce ve düzgünce görüşmelerine rıza göstermesi durumunda genellikle bir sorun yaşanmamaktadır. Ancak bu her zaman mümkün olmamaktadır. Çocuğuna özlem duyan dolayısıyla mahkeme kararında belirlenen sürelerle yetinmeyen bazı ebeveynlere velayet sahibi ebeveynler zorluk çıkarabilmektedir.

Daha kötüsü ise velayet hakkı sahibi bazı ebeveynlerin mahkeme kararına dahi uymayarak diğer ebeveynin kişisel ilişki hakkını zorlaştırması ya da tamamen engellemesidir.  

Bu soruna hukuki çözüm olarak İcra İflas Kanunu kapsamında 1932 yılında “çocuk teslimi” düzenlemesi yapılmıştır. Bu uygulama halk arasında “çocuk haczi” olarak adlandırılmaktadır. Esasen bu ifade  yerinde bir yakıştırmadır. Zira icra dairesi marifetiyle gerçekleşirken bu yöntemde menkul haczine eşdeğer uygulamalar tam 88 yıldır çocuklara da uygulanmaktadır.  

İcra yoluyla çocuk teslimi süreci hem aileler hem de çocuk açısında oldukça sancılı ve travmatik bir süreçtir. Çocuğun yasalar marifetiyle bu süreci yaşamaya mecbur bırakılması, taraf olduğumuz BMÇHS’ne hakim olan çocuğun yüksek yararı ilkesine de aykırılık teşkil etmektedir. Dolayısıyla çocuğun doğasına aykırı olan icra yolu ile çocuk teslimi uygulaması esasen bir çocuk hakları ihlalidir.


Aşağıda kişisel ilişki kurumasında zorluk çıkarılması halinde yaşanan sorunlar tespit edilerek çözüm önerilerinde bulunulmuştur.

Çocuk Teslimi Sürecinde Yaşanan Sorunlar

1. Velayet hakkı sahibi ebeveynin mahkeme kararına uymayarak kişisel ilişkiyi zorlaştırdığı hatta tamamen engellediği durumlarda hukuki yaptırımlar devreye girmektedir. Bu durum doğal mecrasında akması gereken kişisel ilişki sürecini adli süreç haline, çocuğun ebeveynine olan ihtiyacını ise adli bir sorun haline getirmektedir.  

2. Uzaktaki ebeveyn ile çocuk arasında kurulacak kişisel ilişkinin mahkemelerce ayda sadece 2 hafta sonu ile sınırlandırılması, çocuğu duygusal olarak yıpratmaktadır. Uzaktaki ebeveynine özlem duyan çocuk, velayet sahibi ebeveynin katı tutumu ve bu tutumu destekleyen yasal zorlamalarla terk edilmişlik duygusu yaşamaktadır. Çocuk ile ebeveynin bu kadar sınırlı zaman diliminde görüşebilmesi, çocuğun uzaktaki ebeveynden soğumasına, ondan uzaklaşmasına, onun şefkat ve yakın ilgisinden mahrum kalmasına neden olmaktadır. Çocuğun duygusal istismarı olan bu süreç, yetişkinler tarafından göz ardı edilmektedir. Daha da kötüsü devlet mevcut yasal düzenlemelerle bu istismarı desteklemekte, pekiştirmektedir.  

3. Bazı durumlarda ise ebeveynlerden birisi, çocuğu diğer ebeveynden soğutmak ve ona karşı yabancılaştırmak amacıyla sistematik olarak çocuğun beynini yıkamaktadır. Duygu dünyası örselenen çocuk, adeta annesi ile babası arasında taraf olmaya zorlanmaktadır. Çocuğu diğer ebeveyne karşı yabancılaştıran ebeveyn, eski eşi ile yaşadığı kırgınlık ve öfke halini çocuğuna yansıtmakta, hedefteki ebeveynin geniş ailesine kadar yayılan kin ve nefret duygusunu çocuğa aşılamaktadır. Düşmanca duygularla yüklenen çocuğun hedefteki ebeveyn ile ilişkileri kopma noktasına gelmektedir.

Çocuğun yaşadığı bu travma, stres bozukluğu, depresyon gibi birçok ruhsal rahatsızlığa sebep olmaktadır. Çocukluk çağında yaşanan bu olumsuz deneyim yetişkinlik yıllarına taşınmakta ve yaşamın ilerleyen dönemlerinde psikolojik sorunlara yol açmaktadır. Literatürde bazı yazarlar tarafından ebeveyne yabancılaşma sendromu olarak nitelenen bu durum çocuğun en yakını tarafından uygulanan duygusal istismardır.

4. Bu olumsuzlukların çocuk açısından sonuçları daha ağır olmakla birlikte, uzaktaki ebeveyn de çocuğunu duygusal olarak kaybetme riskiyle karşı karşıya kalmaktadır. Buna ilaveten uzaktaki ebeveynin çocuğuna karşı sorumluluklarını yerine getirmesi mümkün olamamaktadır. Mevcut hukuk sistemimizdeki tek taraflı velayet uygulamasında, çocuğun yaşamı ve eğitim hayatıyla ilgili kararları velayet sahibi ebeveyn tek taraflı olarak almaktadır. Esasen bu durum, tarafı olduğumuz Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 18.maddesinde belirtilen “Çocuğun yetiştirilmesinde ve gelişmesinin sağlanmasında ana-babanın birlikte sorumluluk taşıdıkları ilkesinin” de ihlalidir. Anılan Sözleşme hükmüne göre, çocuğun yetiştirilmesi ve geliştirilmesinde sorumluluk ilk önce ana-babaya ya da durumun gerektirmesi halinde vasilere aittir.  Taraf Devletler çocuğun yüksek yararını göz önünde tutarak Sözleşmede belirtilen bu hakların güvence altına alınması, çocuğun yetiştirilmesi konusundaki anne ve babanın sorumluluklarını kullanması için gerekli çabayı göstermelidir. Maalesef ülkemizdeki mevcut yasal düzenleme çocuğun yetiştirilmesinde ana-babanın ortak sorumluluk almasına imkan vermemektedir.

5. Velayete ilişkin mahkeme kararını ihlal eden ebeveyne karşı diğer ebeveynin icra takibi başlatması gerekmektedir. Bu ebeveynin icra takibi giderlerini karşılayacak mali gücünün olmaması halinde başvurabileceği bir çözüm yolu bulunmamaktadır. İcra takibi başlatan ebeveynin çocuğu ile icra memurları vasıtasıyla görüşebilmesi, zorlayıcı durumlarda kolluk kuvvetlerinin zorlamasıyla çocuğun alınması çocuğun duygusal olarak istismar edilmesine neden olmakta, bu süreci tekrar yaşamak istemeyen çocuk bir süre sonra uzaktaki ebeveyn ile görüşmeyi reddedebilmektedir. Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 9.maddesi 3.fıkrasına göre “Taraf Devletler, ana-babasından veya bunlardan birinden ayrılmasına karar verilen çocuğun, kendi yüksek yararına aykırı olmadıkça, ana babanın ikisiyle de düzenli bir biçimde kişisel ilişki kurma ve doğrudan görüşme hakkına saygı gösterirler.” Ülkemizdeki mevcut uygulama bu ilkenin ihlali niteliğindedir.


ÖNERİLER

1- Kişisel ilişkinin İcra İflas Kanunu’nda düzenlenmesinin altında yatan neden, çocuğun birey kabul edilmeyerek ebeveynliğin çocuk üzerinde adeta mülkiyet hakkı tanıdığı yaklaşımının ürünüdür.  Bu nedenle Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 3.maddesinde yer alan, “çocukla ilgili tüm faaliyetlerde çocuğun üstün yararı temel düşüncesidir” yaklaşımı benimsenerek, çocukla kişisel ilişki kurulması ve çocuk teslimi sürecine ilişkin düzenlemeler derhal İcra İflas Kanunu’ndan çıkarılmalıdır.

2- Aile mahkemelerinde velayete ilişkin verilen kararlar şablon kararlar olup, çocuğun ve ailenin ihtiyacını karşılamamaktadır. Bu nedenle velayet ilişkin kararlar verilirken, ebeveynlerin ve düşüncesini ifade edebilecek yaşa gelen çocukların görüşleri alınmalı ayrıca çocuğun ruh sağlığına ve duygusal ihtiyacına uygun, çocuğun yüksek yararına gözetecek şekilde kişiselleştirilmiş velayet kararları verilmelidir.

3- Resmi Gazetede yayımlanarak bir iç hukuk normu haline gelen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Ek -7 No'lu Protokolünün 5.maddesinde “Eşler evlilikte, evlilik süresince ve evliliğin sona ermesi durumunda, kendi aralarında ve çocukları ile kişisel ilişkilerinde medeni haklar ve sorumluluklarından eşit şekilde yararlanırlar” hükmünün gereğinin sağlanması amacıyla Türk Medeni Kanunu’nun 336.maddesi yeniden düzenlenmelidir.