Kavala’nın Uzun Süren Tutukluluğu ile Ortaya Çıkan Hukuka Aykırılık Sorunları – 1

Tahliye talebinin reddi, Anayasanın kişinin hürriyeti ve güvenliğini düzenleyen 19. maddesiyle adil yargılanma hakkını düzenleyen 36. maddesinin ve tüm haklar yönünden güvence oluşturan hukuk devletinin ihlâl edildiğini göstermiştir. Bu ihlâller, aynı zamanda Cumhuriyet’in niteliklerinden biri olan ve değiştirilmesi yasaklanan insan haklarına saygılı devletin ortadan kalkmakta olduğu yahut önemli ölçüde yara aldığını göstermektedir.

17 Ocak 2022’de İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılan duruşmada iş insanı Osman Kavala’nın tahliye talebinin reddi, Türkiye’nin hukuka bağlılığını bir kez daha tartışma konusu haline getirdi. Bir süreden beri bu bağlamda sürdürülen tartışmalarda Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden doğan yükümlülükleri tartışılıyor olsa da tahliye talebinin reddi, aynı zamanda Anayasa hükümleriyle de bağdaşmıyor. Bu yazıda sözü geçen kararın Anayasamızın çeşitli hükümleriyle yarattığı çelişki incelenecek; müteakip yazımda ise Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi yönünden ortaya çıkan hukuka aykırılık sorunlarına yer verilecektir.

Tahliye Talebinin Reddi, Hukuk Devleti İlkesine Aykırıdır

Anayasamızın Cumhuriyet’in niteliklerini düzenleyen 2. maddesi, diğer kavramlar yanında hukuk devleti ilkesine yer vermektedir. Bu ilke, kısaca kamu gücünü kullanan bütün organ ve makamların her tür eylem ve işlemlerinde hukuka uygun davranmakla yükümlü olduklarını ifade etmektedir. Kamu gücünü hukuka uygunlukla sınırlamaktaki asıl gaye ise bireyin onurunu, varlığını, haklarını ve özgürlüklerini devlet otoritesi karşısında koruyabilmektir. Çünkü böyle bir sınırlama olmadıkça devlet, yasama, yürütme ve yargı gücü aracılığıyla bireyin haklarını ve özgürlüklerini yok ederek onun hayatını katlanılmaz hale getirmesi muhtemel sonuçlar yaratabilecektir. Bu nedenle hukuk devleti ilkesi, devlet gücünü hukuka uygunlukla sınırlamak suretiyle bu gücün öngörülemez biçimde tezahür ederek bireyin hayatını tehdit etmesini önlemektedir.

Hukuk devletinin zorunlu unsurlarından biri, masumiyet karinesidir. Bu kavram, hakkında ceza davası açılan, böylece sanık sıfatı kazanan kişinin, dava kesin hükümle sonuçlanana kadar masum kabul edileceği anlamına gelmektedir. Nitekim Anayasamız, 38. maddesinde “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.” ifadesine yer vererek bu karineyi kabul etmiştir.

Sanığın masumiyeti karinesinin doğal sonuçlarından biri, ceza yargılamasında kişi hürriyetinin korunmasının asıl kural, tutukluluk tedbirinin ise istisna oluşturmasıdır. Daha açık bir deyişle tutukluluk, ceza yargılamasında otomatik olarak değil, ancak şartları mevcut olduğunda istisnaen başvurulacak bir tedbirdir. Bu, aynı zamanda anayasal bir demokraside özgürlüklerin asıl, sınırlamaların istisna olması gerektiği yolundaki temel prensibin gereğidir. Nitekim Anayasa Mahkemesi de kararlarında aynı ifadelere yer vermiştir (Mehmet Haberal Başvurusu, Başvuru No: 2012/849, 04/12/2013, par. 88).

Anayasamızın 19. maddesi, ilk fıkrasında “Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.” hükmüne yer verdikten sonra 3. fıkrasında ancak istisnaî hallerde tutukluluk tedbirine başvurulabileceğini düzenlemektedir. Bu hükme göre, “Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hakim kararıyla tutuklanabilir. Hakim kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun şartlarını kanun gösterir.”

Anayasa Mahkemesi ise kararlarında bu hükmü somutlaştırmaktadır. Mahkeme’ye göre, “Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında, suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişilerin, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilecekleri hükme bağlanmıştır. Buna göre bir kişinin tutuklanabilmesi öncelikli olarak suç işlediği hususunda kuvvetli belirti bulunmasına bağlıdır. Bu, tutuklama tedbiri için aranan olmazsa olmaz unsurdur. Bunun için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi gerekir. İnandırıcı delil sayılabilecek olgu ve bilgilerin niteliği büyük ölçüde somut olayın kendine özgü şartlarına bağlıdır.” (Mehmet Haberal Başvurusu, Başvuru No: 2012/849, 04/12/2013, par. 70)

Oysa müteakip yazımda değineceğim gibi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Kavala davasında dosyada başvurucuya izafe edilen suçları işlemiş olduğunu gösteren delillerin yer almadığına hükmetmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bu tespiti karşısında Kavala’nın tutuklu olarak yargılanması, Anayasamızın 19. maddesinin 3. fıkrasının ihlâl edildiğini göstermektedir. Öte yandan bu tutukluluk, Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda aktardığımız kararına da aykırıdır.

Bu ise tutukluluğun aynı zamanda Anayasanın 153. maddesini ihlâl ettiğini de göstermektedir. Çünkü Anayasanın 153. maddesi ilk fıkrasında “Anayasa Mahkemesinin kararları kesindir.” hükmüne yer vermektedir. Madde son fıkrasında ise şu hükme yer vermiştir: “Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.” Böylece Kavala’nın tutukluluğu, 153. maddenin ilgili hükümlerini de ihlâl etmiştir.

Anayasanın 19. maddesi, 7. fıkrasında “Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır.” hükmüne yer vermiştir. Anayasa Mahkemesi’nin bu hükmü yorumladığı bir kararına göre, “Bir sanığın tutuklu olarak bulundurulduğu sürenin makul olup olmadığı, her davanın kendi özelliklerine göre değerlendirilmelidir. Tutukluluğun devamı ancak masumiyet karinesine rağmen Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından daha ağır basan gerçek bir kamu yararının mevcut olması durumunda haklı bulunabilir (bkz: Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6 Nisan 2000, § 119) (AYM Ramazan Aras Başvurusu, Başvuru no: 2012/239, 02/07/2013, par. 61)”

Burada sorgulanması gereken en önemli husus, Kavala’nın 4 yıl 3 aydan beri devam eden tutukluluğunda ve son kez 17 Ocak 2022 tarihli duruşmada tahliye talebinin reddedilmesinde masumiyet karinesine ve Anayasanın 19. maddesiyle garanti edilen kişinin hürriyeti ve güvenliği hakkına daha ağır basan bir kamu yararının olup olmadığı meselesidir. Kanımca, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Kavala’ya izafe edilen suçların işlendiğini gösteren hiçbir delilin dosyada yer almadığı; bu tutukluluğun hukukî değil, siyasi gerekçelere dayandığı; bu nedenle derhal tahliyesinin gerektiği yönündeki kararı, böyle bir kamu yararının olmadığını göstermektedir.

Nihayet 19. maddenin 8. fıkrası “Her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir.” hükmüne yer vermektedir. Anayasa Mahkemesi ise bu yöndeki başvuruların gerekçesiz olarak karara bağlanamayacağına hükmetmektedir. Mahkeme’ye göre, “Başvuru konusunda mahkeme tarafından verilen kararın gerekçeli olması, tarafların gerçek anlamda ya da mahkemece etkili bir şekilde dinlendiklerinin bir göstergesi sayılır. Bununla birlikte tutuklu kişinin tahliye talebinde ileri sürdüğü her türlü argümana açıklama getirme yükümlülüğü bulunmamaktadır. Ancak tutmanın hukuka uygunluğunu şüpheye düşürecek türden somut bulgulara kararın gerekçesinde cevap verilmesi gerekir.” (Mehmet Haberal Başvurusu, Başvuru no: 2012/849, 4/12/2013, par. 125).

Öte yandan Anayasa Mahkemesi, tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda bu yöndeki bir kararı haklı kılan gerekçelerin önemine işaret etmektedir. Mahkeme’ye göre, “Başlangıçtaki bu tutuklama nedenleri belli bir süreye kadar tutukluluğun devamı için yeterli görülebilirse de bu süre geçtikten sonra, uzatmaya ilişkin kararlarda tutuklama nedenlerinin hâlâ devam ettiğinin gerekçeleriyle birlikte gösterilmesi gerekir. Tutuklamanın devamına karar verilirken, davanın genel durumu yanında, tahliyesini talep eden kişinin özel durumunun dikkate alınması ve bu anlamda tutukluluk gerekçelerinin kişiselleştirilmesi bir zorunluluktur.” (Mehmet Haberal Başvurusu, Başvuru no: 2012/849, 4/12/2013, par. 89, 101).

Üzerinde durulması gereken bir başka husus, Anayasanın 19. maddesinin 7. fıkrasında yer alan makul sürede yargılanma hakkıyla ilgilidir. Bu hak, aslında Anayasamızın 36. maddesiyle garanti edilen adil yargılanma hakkının gereğidir. Üstelik Anayasanın 141. maddesi “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.” hükmüne yer vermektedir. Bu emredici hüküm karşısında tüm davaların süratle tamamlanması gerekmektedir. Oysa Kavala’nın 4 yıl 3 aydan beri devam eden tutukluluk hali, hem Anayasanın 19. maddesinde değinilen hem de 6. maddeyle garanti edilen makul sürede yargılanma hakkının ihlâl edildiğini göstermektedir. Aynı zamanda bu yargılama süreci, 141. maddenin yukarıda aktardığımız son fıkrasını da ihlâl etmektedir.

Bu açıklamalar, Osman Kavala’nın devam eden tutukluluğunun Anayasamızın hukuk devletini düzenleyen 2. maddesinin, masumiyet karinesini içeren 38. maddesinin ihlâl edildiğini göstermektedir. Keza tutukluluğun uzun bir süreden beri devam etmesi, yargılamanın uzun süreye rağmen tamamlanamaması, Anayasanın 19. maddesinin 7. ve 8. fıkralarının, adil yargılanma hakkını garanti eden 36. maddesinin, yargılamaların süratle tamamlanmasını emreden 141. maddesinin son fıkrasının ihlâl edildiği anlamına da gelmektedir.

Tahliye Talebinin Reddi, İnsan Haklarına Saygılı Devlet Kavramıyla da Çelişmektedir

Anayasamızın Cumhuriyetin niteliklerini düzenleyen 2. maddesi, bu nitelikler arasında insan haklarına saygılı devlet kavramına da yer vermiştir. Bu kavramın devletin temel niteliklerinden biri olarak gösterildiği bir anayasa düzeninde, kamu gücünü kullanan bütün organ ve makamların, hak ve özgürlüklerin anayasal sınırlarıyla bunlara sunulan tüm güvence hükümlerine riayet etmesi gerekirdi. Gene böyle bir anayasa düzeninde kamu makamlarının devletin taraf olduğu insan haklarını korumaya yönelik uluslararası sözleşme hükümlerine de uygun davranması gerekirdi. Bu bağlamda tahliye talebinin reddi, Anayasanın yukarıda değindiğimiz kişinin hürriyeti ve güvenliğini düzenleyen 19. maddesini ihlâl etmiştir.

Yukarıdaki açıklamalarımız, tahliye talebinin reddinin Anayasanın kişinin hürriyeti ve güvenliğini düzenleyen 19. maddesiyle adil yargılanma hakkını düzenleyen 36. maddesinin ve tüm haklar yönünden güvence oluşturan hukuk devletinin ihlâl edildiğini göstermiştir. Bu ihlâller, aynı zamanda Cumhuriyet’in niteliklerinden biri olan ve değiştirilmesi yasaklanan insan haklarına saygılı devletin ortadan kalkmakta olduğu yahut önemli ölçüde yara aldığını göstermektedir.

Üstelik Anayasamızın 13. maddesi, temel hak ve hürriyetler sınırlanırken ölçülülük ilkesine riayet edilmesini emretmektedir. Anayasa Mahkemesi’ne göre bu ilke, “ ‘elverişlilik’, ‘gereklilik’ ve ‘orantılılık’ olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. ‘Elverişlilik’, başvurulan önlemin ulaşılmak istenen amaç için elverişli olmasını, ‘gereklilik’, başvurulan önlemin ulaşılmak istenen amaç bakımından gerekli olmasını, ‘orantılılık’ ise başvurulan önlem ve ulaşılmak istenen amaç arasında olması gereken ölçüyü ifade etmektedir.” (E. 2017/14, K. 2017/83, k.t. 29.03.2017, R.G. Tarih/Sayı 18.04.2017/30042, par. 12). Bu tanım karşısında 4 yıl 3 aydan beri devam eden tutukluluğun ölçülülük ilkesiyle bağdaşmadığı açıktır. Nitekim İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin çoğunluk kararına katılmayan üyesinin karşı oy gerekçesi, bu tespitimizi doğrulamaktadır. Basında yer alan haberlere göre, “Üye hakim Kürşad Bektaş karara şerh koyarak Kavala’nın tahliye edilmesi gerektiğini savundu. Bektaş, şerhte ‘Sanığın savunmasının alınmış olması, delillerin toplanmış olması, dosya kapsamı, delil durumu, dosyanın geldiği aşama, bu aşamadan sonra sanığın delil karartma ihtimalinin olmaması, sanığın tutuklulukta geçirdiği süre, tutukluluğun bir tedbir oluşu, tutuklulukta istenen amaca adli kontrol tedbirlerinden bir veya bir kaçının uygulanması ile ulaşılabileceği, değerlendirilerek sanığın duruma göre ölçülü olmayan tutukluluğun devamı yönündeki çoğunluğun görüşüne katılmayarak, sanığa uygulanacak ölçülü bir veya bir kaç adli kontrol tedbiri ile tahliyesi görüşü ve kanaatindeyim’ dedi.”[1] Bu açıklamalar, Anayasanın 2. maddesini, 13. maddesini, 19. maddesini ve 36. maddesini göz ardı ederek tahliye talebini reddeden kararın insan haklarına saygılı devlet hükmünü de ihlâl ettiğini göstermektedir.

Müteakip yazımda Kavala’nın tahliye talebinin reddinin uluslararası hukuk yönünden yol açtığı sorunlara değineceğim.

_

[1] Bianet, “Gezi Davası / Osman Kavala Yine Tahliye Edilmedi”, 17 Ocak 2022, erişim tarihi: 20 Ocak 2022, https://m.bianet.org/bianet/ifade-ozgurlugu/256321-gezi-davasi-osman-kavala-yine-tahliye-edilmedi

Prof. Dr. Serap Yazıcı

İnsan Hakları Başkanı



Not: Bu yazı ilk olarak Perspektif'te yayınlanmıştır. Yazının orijinal linki için tıklayınız: https://www.perspektif.online/kavalanin-uzun-suren-tutuklulugu-ile-ortaya-cikan-hukuka-aykirilik-sorunlari-1/