Genel Başkanımız Sayın Ahmet Davutoğlu'nun 24 Mart 2022 Tarihli Konuşması
24.03.2022

Genel Başkanımız Sayın Ahmet Davutoğlu'nun 24 Mart 2022 Tarihli Konuşması

Aziz Milletim,
Değerli Vatandaşlarım,

İki gün önce geçtiğimiz Pazar günü Adana’da yaşanan ve kamu vicdanını yaralayan kadın ve çocukların da olduğu toplulukların sokak ortasında coplandığı fiili işkence görüntüleri ile ilgili olarak Sayın Cumhurbaşkanına açıklama yapması çağrısında bulunmuştum.

Ancak, Sayın Cumhurbaşkanı kamu vicdanını teskin edecek bir açıklama yapmak yerine kritik konularda her zaman yaptığı gibi meydanı Sayın Bahçeli ve Soyluya bırakarak sessizliğe gömülmeyi tercih etti.

Sesi ile ilgili sağlık sorunu nedeni ile grup toplantısı yapamadığı söylendi.

Kendisine geçmiş olsun dileklerinde bulunuyorum; ancak bu bir mazeret değildir.

Ortaya çıkan tabloyu kınayan ve sorumluları için gerekli işlemin yapılacağını ifade eden kısa bir tweet mesajı bile ilk aşamada yeterli olabilirdi.

Eğer vatandaşına sahip çıksa idi, hukuksuz davranan kamu görevlisinin değil mağdurun yanında olsaydı çıkar tebrik ederdim.

Eğer kendisini o makamlara getiren din ve vicdan özgürlüğüne duyarlı muhafazakâr kesimlerin sözcüsü olabilseydi destek verirdim.

Eğer özellikle yabancı devlet adamlarına seslendiği gibi Ey Bahçeli deyip, iktidarın küçük ortağının mutlak güç sahibi gibi Türkiye’de din ve vicdan özgürlüğünü rehin almasına karşı durabilseydi alkışlardım.

Ama yapmadı, yapamadı; çünkü iradesini teslim ettiği Bahçeli Salı günü grup toplantısında konu ile ilgili sınırları çizen bir racon kesmişti. Bunu yaparken de bu tablonun birinci sorumlusu olan İçişleri Bakanının kendisinin himayesinde olduğunu bir kez daha göstermişti.

Bugün İçişleri Bakanı görünüşte Cumhurbaşkanına esasta Bahçeli’ye bağlıdır. Geçen sene Sedat Peker’in iddialarında olduğu gibi bu sene de bu görüntüler karşısında Bahçeli’nin himayesi ile makamını korumuştur.

Bu anlamda devlet çift başlı bir nitelik kazanmıştır.

Bu nedenledir ki, Cumhurbaşkanı baş edemeyeceği bir sorun olduğunda ve sayın Bahçeli önce davranıp sınır çizdiğinde aynen daha önce yaptığı gibi sessiz kalmayı tercih etmiştir.

Sessiz kalarak ülke yönetilemez.

Siz sussanız da gerçekler konuşur.

Siz kaçsanız bile hayat yakanızı bırakmaz.

Bugün adı İslami yapı olan bir çok kurumun sizin iktidarda kalmak için yaptığınız her şeye sessiz kalıyor olması ilanihaye bu yanlışlardan hesap sorulmayacağı anlamına gelmiyor.

Yine de Sn. Erdoğan hala konuşabilir ve tavrını ortaya koyabilir.

Önünde üç yol vardır.

Birincisi, Sn. Erdoğan birçok kez yaptığı gibi sanki bu ülkenin cumhurbaşkanı değilmiş gibi yaşanan rezalet karşısında sus pus olmayı tercih edebilir.

İkinci yol, Sn. Erdoğan bir cumhurbaşkanına yakışmayacak bir şekilde, Bahçeli’nin vesayetini kabul ederek, birkaç etliye sütlüye dokunmayan cümle kurarak durumu geçiştirebilir.

Ya da Sn. Erdoğan ülkenin cumhurbaşkanı olduğunu ispatlar, vatandaşlarına sokak ortasında işkence edenlerden hesabın sorulacağını söyler, bu memurların amiri olan ve sağda solda mafya ağzıyla “önce yık, sonra hukuk arkadan gelsin” diyerek hukuku takmadığını ifade eden bakanı görevden alır, hepsinden daha önemlisi açıkça işkenceyi, hukuksuzluğu ve gaddarlığı tebrik eden Bahçeli’nin ağzının payını verir.

İlk iki yolu tercih ederse, Sn. Erdoğan en temel insan hakları ahlakından, en temel İslami değerlerden, vicdandan, adaletten ve milletimizin irfanından istifa ettiğini ilan etmiş olacaktır.

Bizim tavsiyemiz, Sn. Erdoğan’ın makamına, demokrasiye, hukuk devletine ve insan haklarına sahip çıkmasıdır.

Sorumluluk makamında bulunanların görevi, vatandaşların canlarını emanet ettiği güvenlik güçlerinden korkmaları değil onları gördüklerinde kendilerini emniyette hissedecekleri bir ortam inşa etmektir.

Demokratik hukuk devleti kuralları içinde kamu düzenini koruma çabası içinde gecesini gündüzüne katan fedakar emniyet güçlerimizi bu tablodan tenzih ederiz.

Eminim onlar da bu görüntülerden meslek ahlakları gereği hicap duymuşlardır.

Bizim beklentimiz, milletimizin kameralar önünde bunlar yaşanıyorsa kapalı yerlerde neler olabilir tedirginliğinin bir an evvel giderilmesidir.

Şeffaf karakol uygulamalarından sokakların ortasında işkence görüntülerine şahit olduğumuz bugünlere gelinmesi insan haklarında nasıl küme düştüğümüzün yansımasıdır.

Bizim arzumuz hukuk devletinin ülkemize yakışan bir şekilde tesis edilmesidir.

Sn. Erdoğan bir yol ayrımındadır.

Ekonomik krizi konuşmayınca kriz ortadan kalkmamaktadır.

Hayat pahalılığını, enflasyonu ve zamları konuşmayınca milletimizin mutfağındaki yangın sönmemektedir.

Gün ortasında vatandaşlara işkence edilmesi görüntüsü karşısında sus pus olunca yerlerde sürünen adalet, hukuk ve vicdan ayağa kalkmamaktadır.

Değerli vatandaşlarım,

Bu vahim tablo karşısında tarihi önemi haiz bir uyarı yapma sorumluluğu ile karşınızdayım.

Bugün bu tablo karşısında bile susmayı tercih eden AK Partili milletvekillerine ve yaşananları derin bir vicdan azabı ile izleyen geçmişte AK Partiyi destek vermiş sivil toplum kuruluşlarına ve geniş kitlelere hepimizin zihinlerine gençlik yıllarımızda yerleşmiş “durun kalabalıklar!” nidasıyla seslenmek istiyorum.

Bir kez olsun trol çetelerince yürütülen ve acımasızca işleyen propaganda makinesinin tesirinden çıkın, durun ve düşünün!

Nereye gidiyoruz?

Bu görüntüler karısında sesiniz olmasa bile vicdanınızın isyan ettiğini, herkese ayar veren güçlü dünya lideri olarak gördüğünüz Sn. Erdoğan’ın tam bir acziyet ile susmasını aklınızın almadığını biliyorum.

Bunun içindir ki, bir kez daha pörsümediğine inandığım vicdanınıza ve acı tecrübelerle desteklenmiş aklınıza seslenmek istiyorum.

Siz eski soroscuların, pelikancıların, 28 Şubatçıların ve FETÖ destekçisi kalemlerin bizim hakkımızda işlettiği propagandanın tesiri dolayısıyla ne düşünürseniz düşünün biz sizin vicdanınızdan ümidimizi kesmeyecek ve o vicdana hitap etmeye devam edeceğiz.

Çünkü derin vicdanınızda bizim mal, mülk, makam sınavlarından geçtiğimize şahit olduğunuzu biliyorum.

Bugün her türlü baskı altında sesimizi yükseltiyorsak sizin ve bizim gelecek nesillerimiz için yükseltiyoruz.

Bugün, genel başkan yardımcılarımızın evlerinin kurşunlanmaları, sokak ortasında çetelerin saldırısına uğramaları, 15 Temmuz kahramanı arkadaşlarımızın davalara muhatap kılınmalarına rağmen kararlılıkla ve inançla inandıklarımızı söylemeye devam ediyorsak son nefesimizde “uyardık, şahid ol Ya Rab!” diyebilmek içindir.

Siz bigane kalsanız da biz sizin çocuklarınızın ve torunlarınızın hak ve özgürlükleri için mücadele etmeye devam edeceğiz.


Aziz milletim,

Öncelikle bilinmesi gerekir ki mesele asla şu veya bu cemaati veya topluluğu savunmak değildir.

Hiç kimse hukukun üstünde değildir. Bir suç isnadı varsa bunun çözüleceği yer yargı makamlarıdır.

Mesele, sadece başörtülü kadınların coplanması da değildir; mesele başörtülü olsun olmasın, kadın olsun erkek olsun hangi siyasi düşünce ve inanca sahip olursa olsun insanların sokak ortasında işkenceye tabi tutulması ve otoriterleşme yönünde vahim aşamaya geçilmiş olmasıdır.

Başörtülü kadının öne çıkması iktidar sahiplerinin iktidarda kalabilmek için istismar ettiği 28 Şubat tehdidindeki iki yüzlü riyakar siyaseti ifşa etmesi bakımından önemlidir.

Bu tablo, son yıllarda anlatmaya çalıştığımız bir gerçeğin bütün çıplaklığıyla anlaşılması bakımından önemlidir.

Bugün bu gerçeğin anlaşılması ülkemizin önündeki onyılların belirlenmesi açısından hayati derecede önemlidir.

Ne zaman yapılırsa yapılsın önümüzdeki seçimler sadece Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına nasıl gireceğimizi değil, bizden sonraki nesillerin ikinci yüzyılımızı nasıl yaşayacaklarını da belirleyecektir.

Bu bağlamda devreye sokulmak istenen iki kirli ve şaibeli senaryoya karşı özelde hala köhnemiş ve çürümüş iktidardan medet uman geniş kitlelere ve genelde aziz milletimize çağrıda bulunacağım.

Ama önce kısa bir arkaplan bilgi vermek istiyorum. 15 Temmuz’da milletimizin şanlı direnişi ile darbe teşebbüsü bastırıldıktan sonra aziz şehidimiz Erol Olçok kardeşimizin cenaze törenini müteakip evinde ve Ankara’ya geldiği ilk gün Beştepe’de yaptığımız görüşmede bütün samimiyetimle Sayın Cumhurbaşkanına üç tavsiyede bulunmuştum:

  1. TSK’nin demokrasiye bağlı kalmış ve darbeye direnmiş unsurları temelinde süratle yeniden hiyerarşik düzene kavuşması için YAŞ’nın derhal toplanması,
  2. Aziz şehitlerimizin ve gazilerimizin fedakarlıkları üzerinde ortaya çıkan yeni iklimi değerlendirerek demokrasiyi tahkim etmek üzere bütün siyasi kesimlere açık bir süreç başlatılması ve
  3. Başta Perinçekgiller olmak üzere bu puslu havadan ve boşluktan istifade ederek 28 Şubat zihnini hortlatmak isteyecek başka darbe heveslisi yapılara asla alan açılmaması.

YAŞ’nın hemen toplanması ve ordumuzun düzene girmesi yanında teröre karşı sınır ötesi operasyonel yapacak kapasite ortaya koyması ve bütün siyasi partilerin katıldığı Yenikapı mitingi ile Yenikapı ruhu olarak adlandırılan bir sürecin devreye girmesi bu bağlamda hepimize güven vermişti.

Ancak Sayın Bahçeli’nin görünüşte Sayın Erdoğan’ın gücünü tahkim eden ancak gerçekte otoriter bir yönetim modelini devlet yapısına giydiren Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini gündeme getirmesi ile birlikte bir yol ayrımına gelindi.

Sayın Erdoğan’ın önünde iki yol vardı:

- Ya AK Parti’nin kuruluş ilkelerine ve kadrolarına dayanarak toplumu kuşatan, birleştiren bir Cumhurbaşkanı olarak Türk demokrasisini yeniden inşa edecekti;

- Ya da kendi iktidarını kutuplaştırıcı bir dil ve yöntemle ve bu mantığa uygun yeni yol arkadaşlarıyla sürdürmeye çalışacaktı.

Maalesef Sayın Erdoğan ikinci yolu tercih etti.

Kendisini bu tercih konusunda samimiyetle uyaran çetin dönemlerin sınamalarından geçmiş yol arkadaşlarını tasfiye ederken doksanlı yılların çürümüş aktörleri ile yola devam etmeye karar verdi.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi taslağı Meclise sevk edildiği günlerde kendisiyle yaptığımız görüşmede kendisini güçlendirecek gibi görünen bu modelin aslında AK Parti’yi ve kendisini basamak kılarak ülkede kalıcı bir otoriter sistem kurmak amacına dönük olduğunu, vesayetçi doksanlı yılların aktörlerinin bu yolla hedeflerine ulaşmak istediklerini ifade etmiş ve kendisine bu sistemin getireceği mahzurları muhtevi bir not vermiştim.

Ayrıca bazı milletvekili arkadaşlarımız da bu çerçevedeki ikazlarımızı parti içinde yapılan istişarelerde dile getirmişti.

Daha sonra 2018’in ilk aylarında ittifak yasası gündeme geldiğinde de kendisiyle yaptığımız görüşmelerde partide ve ülkede yaşanan çürümeleri aktardıktan sonra bu şekilde girilecek ittifakların AK Parti’nin doğasını bozacağını, toplumu yatay kesen birleştirici karakterini zedeleyeceğini, bu sistemin AK Parti’yi küçük partilere mahkum edeceğini, bu boşluktan ülkede kalıcı otoriter bir yapı kurmak isteyen güçlerin istifade edeceğini ifade ettim ve yine kapsamlı bir rapor tevdi ettim. Ayrıca basiretine güvendiğim yöneticilerle de bu kaygılarımı paylaştım.

Çok çaba sarf ettik ama dinletemedik. Bu kaygılarımızı kamuoyu ile paylaştığımızda da ihraç istemiyle disipline sevk edildik.

Güzel bir Azeri atasözü vardır: “Sözünün dinlenmediği yerde sözünü değil yerini değiştir.”

Onlar ihraç sürecini işletmeden kendi yolumuzu çizmeye karar verdik ve baskıları, tehditleri ve hakaretleri göze alarak milletimizin hakkı, hukuku ve geleceği için Gelecek Partisini kurduk.


Değerli AK Partili kardeşlerim,

Bunları bir geçmiş hesabı anlatmak için dile getirmiyorum. Maalesef o günlerde kaygı duyduğumuz öngörüler bugün gerçekleşmiş durumdadır.

Gün zihnimizi açma, vicdanımızı harekete geçirme günüdür.

İşte tekrar uyarıyorum!

15 Temmuz şehitlerimizin mübarek kanları üzerinde otoriter bir sistemi inşa etmek isteyen güçler iki şer senaryosunu alternatifli olarak devreye sokmak istemektedir.

Birinci senaryo, söylemde ve sloganda milli ve manevi değerleri istismar eden ama bu değerlerin özünü teşkil eden insan onuru ve haklarını yasakçı bir zihniyetle yok sayan, yolsuzluklarla çürümüş ve halkı yoksulluğa mahkum etmiş bu iktidarın bir dönem daha devam etmesidir.

Böylece bu iktidarın temsil ettiğini iddia ettiği bütün milli birikim itibarsızlaşacak ve yeni nesillerin sadece iktidara değil onun istismar ettiği değerlere de tepki ile deizm benzeri akımlara savrulması sağlanacaktır.

Bunun neticesinde hedef 28 Şubat zihniyetinin bir sonraki dönemde mutlak bir şekilde egemen olmasıdır.

Böylece bin yıl sürecek denilen ama birkaç yıl bile süremeyen 28 Şubat zihniyeti bu kez baskılarla değil kendi hatalarını ve cahilliklerini nass iddialarıyla örtmeye çalışan çürümüş iktidarın yanlışları üzerinden bir zihniyet sapması olarak yeniden hortlatılacaktır.

İkinci senaryo, bu iktidara yönelik tepkilerin sadece iktidardaki bir küçük zümreye değil onun temsil ettiğini iddia ettiği bütün toplumsal kesimlere yöneltilmesi ile bir iktidar değişiminin rövanşist bir zeminde gerçekleşmesi ve alternatif jakoben bir otoriterliğin yeni bir yolsuzluklar ağı ile devreye girmesidir.

Böyle bir rövanşist jakoben laiklik ise bugünkü uygulamaları da örnek göstererek her gösteriyi coplarla durdurma, kendisine itaat etmeyen her vakfa kayyum atama, kendi düşüncelerine uymayan her üniversiteyi kapatma hakkını kendinde görecektir.

Önümüzdeki seçimlerde bu iki şer senaryosundan birinin gerçekleşmesi halinde ülkemizin belki onyıllarca sürecek bir iç gerilim sarmalına girmesi kaçınılmaz olacaktır.

Otoriter milliyetçi-muhafazkarlık ile otoriter rövanşist jakoben laiklik arasındaki kısır döngü milletimizin bütünlüğünü zedeleyecek, ülkemizin dar kaynaklarını tüketecek ve Cumhuriyetimizin demokratik niteliğini yok edecek tehlikeler barındırmaktadır.

Adana’daki tablo bu iki şer senaryosuna zemin hazırlayacak nitelikte olduğu için alarm edicidir. 28 Şubata giden manzaraların nasıl oluşturulduğunu lütfen hatırlayın. Susurluk skandalından Fadime Şahinlere, Ali Kalkancılardan Aczimendilere kadar giden süreçler hala hafızalardadır.

Önce gözlerimiz bu görüntülere alıştırılmak ve bu yolla sokak ortasında şiddet ve işkence olgusu normalleştirilmek isteniyor.

Sonra da hukuk denetimine tabi olmayan yol ve yöntemlere dayalı otoriter bir sistem kalıcı olarak yerleştirilmeye çalışılacaktır.

Mecelleye de yansıyan kadim bir ilke bu bağlamda yön göstericidir: “Def-i mefasid celbi menafiden evladır.” Yani kötülüğün engellenmesi iyiliğin gerçekleşmesinden önceliklidir.”

Gelecek Partisi olarak bizim siyasetimizin temel amacı önce bu iki şer senaryosunun engellenmesi sonra da insan onuruna dayalı bir gelecek vizyonunun hayata geçirilmesidir.

Partimizi ülke sathında örgütlerken de, özgürlükçü demokrasi inşa edebilmek için her kesimden farklı siyasi partilerle işbirliği yaparken de en temel önceliğimiz budur.

Farklı siyasi geçmişlerden gelmekle birlikte özgürlükçü demokrasiyi savunan herkesin bir araya gelerek bu karanlık senaryoları engelleme sorumluluğu vardır.

Biz ülkemizin

  • yasaklara değil özgürlüğe,
  • kutuplaşmaya değil kaynaşmaya,
  • polis devletine değil hukuk devletine,
  • otoriterliğe değil demokrasiye,
  • kaosa değil kamu düzenine,
  • yoksulluğa değil refaha,
  • yolsuzluğa değil temiz siyasete kavuşması için çaba sarf ediyoruz.


Güç yozlaşmasına kapılmamış Değerli AK Partili kardeşlerim,

Biz bu iki şer senaryoyu durdurabilmek için her türlü baskıya direnerek çaba göstermeye devam edeceğiz.

Ancak burada tarihi görev ve sorumluluk size düşüyor. Bu şer senaryolarını engellemek için harekete geçin.

Eğer hala partinizin düzelebileceğine inanıyorsanız, korkmayın ve sesinizi yükseltin.

Kapalı kapılar ardında yaptığınız eleştirilerin hiçbir faydası olmuyor, sadece riyakar bir kültürün yayılmasına yol açıyor.

Eğer partinizin düzeleceğine inancınızı kaybettiyseniz, bu kötü gidişe destek vermeyin ve saflarımıza katılın.

Korkmayın!

Sizin korkarak geçirdiğiniz her an gelecek nesillerin istikbalinden bir taşın daha sökülmesine yol açıyor.

Artık şu tabloyla yüzleşmekten kaçınmayın!

Bugün size manevi değerlere dayalı hamasi nutuk atanların iktidarında gençler gördükleri kötü örnekler sebebiyle bu değerlerden soğuyorlar, kimliklerini sorguluyorlar.

İşkenceye sıfır tolerans ile başladığımız yolculuktan insanların sokak ortasında şiddete ve işkenceye tabi tutulduğu noktaya gelindi.

Bir yüzükle başlayan siyasi yolculuk hesabı verilemeyen büyük servetlerle sürdürülüyor.

Sizin analarınız ak sütü gibi helal oylarınız başta 1990’larda ekonomimizi, demokrasimizi, en temel insan haklarını ve hukuk devletini iflasa sürükleyen Sn Bahçeli olmak üzere doksanlı yılların aktörlerine güç devşirilmesi için kullanılıyor.

Sn. Erdoğan da Bahçeli hangi istikameti göstermişse oraya yönelmekte, Bahçeli’nin sözünden çıkmamak için demokrasinin, insan haklarının, hukuk devletinin ve en temel İslami ve vicdani ahlakın ayaklar altına alınmasına sessiz kalmaktadır.

Bugün sizin verdiğiniz samimi desteklerle temel evrensel insan hakları ilkelerini çiğnemekte beis görmeyenlerin oluşturduğu güç zehirlenmesi iklimi oluşturulmuştur.

Sünni, Alevi, Türk, Kürt, sağcı, solcu, liberal, hangi kimliğe sahip olursanız olun, hukukla sınırlandırılmıyorsanız, denetlen(e)miyorsanız, dengelenmiyorsanız gücün kendisi size, kendi yasalarını dayatır.

Güç yozlaştırır ve gaddarlaştırır.

İçinde hamasetin kol gezdiği ideallere bile sahip olsanız, “dava şuuru” diyerek başkalarının haklarını çiğnemekten geri duramazsınız.

Başta sizin gibi inanmayan farklı kesimler olmak üzere, herkesi kendinize tehdit olarak algılar, gün gelip yıllarca sırt sırta verdiklerinizi bile o tehdit alanının içine katarsınız.

Şimdi bu gelişmeler vesilesiyle bir kez daha sizlere sormak istiyorum;

Hani ne oldu “Beni denetleyin, uyarın, eleştirin” diyen Hz.Ömer’ler?

O hayatlarını örnek aldığımız sahabiler, her şartta Elif gibi dosdoğru olan Hz.Ali’lerin ahlakı hayatımızdan çıkıp giderse geriye ne kalacak sorarım sizlere?

Tarihin en istisnai ahlak ve adalet timsalleri onlar değil miydi?

Kampüslerde, anfilerde, evlerde, örnek almak için yaşam öyküleri okunanlar onlar değil miydi?

Bizler değil miydik darbe dönemlerinin baskılarına direnenler, vakıflarımızı derneklerimizi bunun için seferber edenler.

Bizler değil miydik 12 Eylül anayasasının despotik hükümlerini değiştirmek için çabalayanlar,

Bizler değil miydik AİHM kararlarının bağlayıcılığını Anayasa’nın 90. Maddesine yazanlar?

Şimdi ne oldu da “Arkadaş sen yık, mahkeme kararı arkadan gelsin” diyenlerin peşinden gider olduk?

Şimdi ne oldu da, “AYM kapatılsın” diyerek avazı çıktığı kadar bağıran, dün, 28 Şubat’ın en koyu iklimlerine imza atmaktan çekinmeyen, Kendi vekilini ancak başını açtırdıktan sonra Meclis’e sokan, Kur’an kurslarının kapatılması hukuksuzluklarının altına imza atan, her yeni güne adeta “Bize hergün 28 Şubat” naralarıyla uyanan, demokratik süreçlere, partilerin kapatılmasını zorlaştıran yasa tasarılarına “Hayır” diyen, ülkedeki hukuksuzlukları meşrulaştırmaya gayret edenler karşısında etkisiz ve güçsüz hale geldik?

Evet, değerli AK Partililere, hukukçulara, siyasilere, 28 Şubat’ların mağdur ettiği kadın-erkek vekillere sesleniyorum.

“Bir daha 28 Şubatlar olmasın” niyazıyla oturduğunuz o koltukların hakkı, 28 Şubatları aratmayan bu OHAL rejimine karşı da sorumlulukları yerine getirmek değil midir?

Sizlerin sadece Adana’da ayyuka çıkan bu manzaradan değil, bütün bir gidişattan rahatsız olduğunuzu gayet iyi biliyoruz.

İktidarın küçük ortağının sizlerin adalet hislerinizi nasıl yaraladığını, arkasında durduğu İç İşleri Bakanı’nın hukuk ve adalet bahsinde boynunuzu nasıl büktüğünü biliyoruz.

Kibri, şatafatı, dar bir kliğin yönetiminden kaynaklı zararları, halk nezdinde telafi etmenin yükünün omuzlarınıza yüklendiğinin de farkındayız.

Devlet ile halkın, siyaset ile halkın arasına ne türden duvarlar örüldüğünü, seslerinizin küçük ortak ve atanmış bürokratlarca nasıl kısılmak istendiğini de görüyoruz.

Peki bu duruma ne zamana kadar katlanacaksınız?

Ne zaman ses verecek, insani ve siyasi kimliklerinizin gereğini yerine getirecek, nepotizmin, yolsuzluk ve hukuksuzlukların sistemik bir hal aldığı bu düzene ne zaman itiraz edeceksiniz?

Zihinleri kara propaganda ile iğdiş olmamış, kalpleri kararmamış olan kardeşlerime sesleniyorum;

Daha ne zamana kadar 90’ların devlet aklı ve nobranlığını geri getirmiş olan bu otoriterliğe rıza göstereceksiniz?

90’ların aktörlerinin her yanı sarıp sarmaladığı bu vasatta, devekuşlarından ne zaman ayrışacak, gerçeklerle ne zaman yüzleşeceksiniz?

Kamyonun yokuş aşağı yuvarlandığı bu yol, yol değildir.

Bu yolun varacağı yer uçurumdur.

Kamyon da freni patlamış şekilde hızla oraya doğru düşmektedir.

Bu ülkede onyıllarca “din tacirleri” diye nara atanlardan ızdırap çeken sizlersiniz!

Dışlanan, ötelenen, dininin gereklerini yaşayamayan, örselenen, ekonomik birikimden istifade edemeyen, yolsuzluk iklimlerine eşlik eden yoksullukla sınananlar, eşlerinin, kardeşlerinin, çocuklarının çektiği ızdıraplara şahitlik edenlersiniz!

İşte bu yüzden, dünkü 28 Şubatlara nasıl dimdik durarak karşı koyduysanız, bugünkü haksızlık ve zulümlere de öyle itiraz etmelisiniz.

Bu tavrınız, yarınlarda da size ihtiyacı olacak nesiller için bir şahitlik olacaktır.

Değilse, kutuplaşmanın ikiz kardeşi rövanşizmin geri gelişini engellemek isteseniz de mümkün olmayacaktır.

İşte bakın bizler bunun için buradayız.

Bizler bunlar yaşanmasın diye yola çıktık.

Tek kişilik yürütme rejiminin verdiği ve vereceği zararlar, başta muhafazakar kesimler olmak üzere, halkın bir bölümüne fatura edilmesin diye buradayız.

Hepimiz hep birlikte kendimizle yüzleşmek zorundayız.

Helalleşmemiz gereken toplumsal kesimlerle biraraya gelmek, yarınları birlikte inşa etmekle yükümlüyüz.

Her geçen dakika, bizi bu idealden uzaklaştırmaktadır.

Dava mı arıyorsunuz? İşte dava!

Şuur, bilinç, kimlik mi arıyorsunuz? İşte kimlik!

Herkesin birlikte kazandığı bir Türkiye mi arzuluyorsunuz? İşte fırsat!

Gerçekten hukukun ve adaletin ihya edildiği bir memleket mi istiyorsunuz? Sorumluluk omuzlarınızda!

AK Parti’ye oy veren, oy vermiş kardeşlerim bu sorumluluğu yerine getirirken müsterih olunuz.

Bu çürümüş, 28 Şubat unsurlarıyla koalisyon kurmuş iktidar sizleri ümitsizliğe sevk etmesin.

Evet doğrudur, bugün bu iktidar 28 Şubatçılarla ele kol kola girmiştir.

Evet doğrudur, bugün bu iktidar 1990’ların bütün karanlık güçleriyle, insan hakları düşmanlarıyla, sizlere zulmeden kim varsa onlarla ortaklık kurmaktan hicap etmiyorlar.

Evet doğrudur, bugün bu iktidar Şeytan Ayetleri’ni basmaya kalkandan faili meçhullerle anılanlara, alın terinizi ekonomik krizler ve yolsuzluklarla yok edenlerden başörtüsü yasaklarını hayata geçirenlere varıncaya kadar ortaklık kurmaktan çekinmemiştir.

Ama müsterih olun.

Bu şartlarda dahi insani ve vicdani değerleri el üstünde tutan AK Partili kardeşlerim kardeşlerim, bizler burada durdukça bin bir emek ve zahmetle elde edilmiş olan din ve vicdan özgürlüğü bağlamındaki muhafazakâr kazanımların bu koalisyon eliyle yok edilmesine müsaade etmeyeceğiz.

Yeter ki, artık korkularla endişelerle değil vicdanınızla konuşun ve ayağa kalkın!

Sizden bizi değil hakikati ve adaleti savunmanızı istiyoruz!

Sizden bizim sözcümüz değil, değerlerimizin ve bu değerlerin kaybolmasından yüreği yanan vefakar ve mazlum kitlelerin sözcüsü olmanızı istiyoruz!

Gelecek Partisi olarak on yıllar süren mücadele neticesinde elde edilmiş olan insan hakları kazanımlarının bu sığ, vicdansız ve adaletten nasibini almamış 28 Şubat zihniyetinin yok etmesine asla müsaade etmeyeceğiz.

Gelin otoriterlikten beslenen bu kirli senaryolara karşı hangi kökene, inanca, siyasal geçmişe sahip olursa olsun her vatandaşımızın onurunu koruyacak, başını dik tutacak,

  • adalet,
  • demokrasi,
  • refah,
  • eşitlik ve
  • siyasi ahlak temelli yeni bir düzeni hep beraber omuz omuza inşa edelim!

Allah’a emanet olunuz!