Bundan 72 yıl önce, 10 Aralık 1948’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’ni kabul etti. Bu bildirinin kabulü, insan haklarının gelişim sürecinde önemli bir dönüm noktasını ifade ettiği için 10 Aralık tarihi, İnsan Hakları Günü ilan edildi.
İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, 30 maddeden oluşmaktadır. Bildiri, klasik haklar olarak da adlandırılan negatif statü hakları ile sosyal haklardan oluşan geniş bir haklar listesine yer vermektedir. Yaşama hakkı, kişi güvenliği, işkence yasağı, kölelik yasağı, keyfî tutuklamanın önlenmesi, kanun önünde eşitlik, özel hayatın korunması, konut dokunulmazlığı, din, vicdan, düşünce ve kanaat hürriyetleri, toplanma ve dernek kurma hürriyeti, herkesin doğrudan doğruya veya serbestçe seçilmiş temsilcileri vasıtasıyla ülkesinin yönetimine katılma hakkı, genel ve eşit oy ilkesi, Bildirinin içerdiği klasik haklar arasında yer almaktadır. Bildiri ayrıca sosyal güvenlik hakkı, çalışma ve işsizlikten korunma hakkı, sendika hürriyeti, ücretli tatil, dinlenme ve eğlenme hakkı, sağlık hakkı, öğrenim ve eğitim görme hakkı gibi sosyal haklara da yer vermektedir. Nihayet bildirinin son maddesi, hürriyeti yok etme hürriyetini yasaklayan bir hükmü düzenlemektedir. Bu hüküm şöyledir: “Bu bildirgenin hiçbir kuralı, herhangi bir devlet, topluluk veya kişiye, burada açıklanan hak ve özgürlüklerden herhangi birinin yok edilmesini amaçlayan bir girişimde veya eylemde bulunma hakkını verir biçimde yorumlanamaz.”
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin içerdiği haklar, bu bildirinin yayımlanmasından neredeyse 20 yıl sonra, iki ayrı sözleşme ile düzenlenmiştir. Bu sözleşmeler, 16 Aralık 1966 tarihli “Siyasi ve Medenî Haklar Uluslararası Sözleşmesi” ile “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme”dir. Siyasi ve Medenî Haklar Uluslararası Sözleşmesi, evrensel bildirinin içerdiği klasik hakları düzenlemektedir. Böyle olmakla birlikte, Sözleşmede, bildiride yer almayan bazı haklar da düzenlenmiştir. Bunlardan en önemlisi Sözleşme’nin 20. maddesinde yer almaktadır. Bu maddeye göre, “Her türlü savaş propagandası hukuk tarafından yasaklanır. Ayrımcılığı, kin ve nefreti veya şiddeti tahrik eden herhangi bir ulusal, ırksal veya dinsel düşmanlığın savunulması hukuk tarafından yasaklanır.”
Türkiye, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’ni 1949’da kabul etmiş; bu bildiriden mülhem olarak hazırlanan Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ile Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’ni ise 2003’te onaylamıştır. Dahası Türkiye, Avrupa Konseyi bünyesinde hazırlanan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni 1954’te onaylamış; Sözleşmenin içerdiği bireysel başvuru hakkını 1987’de tanımış; 1989’da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarının bağlayıcılığını kabul etmiştir. Öte yandan 2004 Anayasa değişikliğiyle Anayasanın 90. maddesine temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmaların kanunların üzerinde olduğunu düzenleyen bir hüküm eklenmiştir. Nihayet 2010 Anayasa değişikliğiyle Anayasanın 148. maddesine eklenen hükümle AİHS ile güvence altına alınan anayasal hakları kamu gücü tarafından ihlâl edilen kişilere Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunma hakkı tanınmıştır.
İnsan haklarının tanınıp korunmasında atılan bu köklü adımlara rağmen bugün Türkiye, insan hakları yönünden en dramatik sicile sahip ülkeler arasında yer almaktadır. İfade hürriyeti, bu hürriyetten mülhem olan bilim ve sanat hürriyeti, basın hürriyeti, toplanma ve gösteri hürriyeti, anayasal güvencelere ve Türkiye’nin taraf olduğu sözleşmelere aykırı olarak sınırlanmakta; dahası bu hak ve hürriyetlerden Anayasanın tanıdığı sınırlar çerçevesinde yararlanan vatandaşlar, keyfî olarak tutuklanmak suretiyle hürriyetlerinden mahrum edilmektedir. Suç ve cezanın kanuniliği ilkesi, sanığın masumiyeti karinesi, cezanın şahsiliği ilkesi, tabiî hâkim ilkesi, yargılamasız infaz olmaz kuralı ve adil yargılanma hakkı gibi hukuk devletinin uzantısı olan tüm ilkeler, kamu makamlarınca göz ardı edilmekte; böylece Türkiye, hukuk devletinden hızla uzaklaşmaktadır.
Kamu makamlarınca göz ardı edilen haklar, bunlardan ibaret değildir. Aynı zamanda Birleşmiş Milletler Evrensel Bildirisi’nin içerdiği, Anayasamız tarafından da güvence altına alınan ekonomik ve sosyal haklar da ihlâl edilerek Türkiye, sosyal devlet vasfını da kaybetmiştir. Böylece nüfusun büyük bir çoğunluğu, uzun yıllardan beri yoksulluğun yarattığı çaresizliğe terk edilmiştir.
Gelecek Partisi olarak 10 Aralık İnsan Hakları Gününde hukuk devleti ve sosyal devlet ilkelerini eksiksiz olarak inşa edeceğimizi; böylece hiçbir ayrım gözetmeksizin herkese anayasal hürriyetlerinin güvence altına alındığı, insan onuruna layık bir hayat standardı sunacağımızı vaat ediyoruz. Kamu gücünü hukuka aykırı olarak kullanmak suretiyle hak ihlâllerine yol açanlara, kamu kaynaklarını israf ederek, toplumumuzu yoksullaştırarak insan onuruyla bağdaşmayan hayat şartlarına mahkûm edenlere hesap soracağımızı beyan ediyoruz.
Gelecek Partisi İnsan Hakları Başkanlığı