Gazeteci Cemal Kaşıkçı, özel işlemleri için 02.10.2018 günü Suudi Arabistan İstanbul Başkonsolosluğu’na gitmiş ancak bir daha çıkamamıştır. Konsolosluk, işlemlerini müteakiben Kaşıkçı’nın konsolosluktan ayrıldığını belirtmişse de ısrarlar sonucunda kazaen öldüğü kamuoyuna açıklanmış ancak Kaşıkçı’nın cesedi bulunamamıştır.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı yaptığı soruşturma sonucunda, cinayeti Suudi Arabistan’dan gelen 15 kişilik özel bir ekibin işlediğini tespit ederek, yardım eden konsolosluk çalışanları ile birlikte 26 kişi hakkında önceden tasarlayarak öldürme, canavarca hisle veya acı çektirerek öldürme suçunu işledikleri gerekçesiyle ceza davası açmıştır. (İstanbul 11.Ağır Ceza Mah. 2020/120 E.)
Türkiye, yaptığı soruşturmalarla ilgili olarak Suudi Arabistan’ın taleplerini yerine getirip bilgi ve belge paylaşımlarını yaptığı halde, Suudi Arabistan kendisinden talep edilen bilgi ve belgeleri vermediği gibi sanıkların Türkiye’ye iadesi konularında işbirliği yapmamış, talepleri geri çevirmiştir.
Cumhurbaşkanının bu ülkeye ziyareti öncesinde S. Arabistan’ın İki ülke arasındaki ilişkilerin düzeltilebilmesi için özel şartı olsa gerektir ki Suudi Mahkemesi, 6707 sayılı Cezai Konularda Uluslararası Adli İş Birliği Kanununun. 24’üncü maddesini gerekçe göstererek İstanbul’daki davanın kendilerine devredilmesini talep etmiştir.
Hemen harekete geçen İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 13.03.2022 tarihli başvuruyu gerekçe göstererek yargılamanın 31.03.2022’de durdurulmasını ve dosyanın ilgili ülkeye devredilmesini talep etmiştir.
Adalet Bakanlığı durdurma ve devir kararının uygun olduğu yolunda görüş bildirmiş, davaya katılan Cemal Kaşıkçı’nın nişanlısı Hatice Cengiz’in vekili Av. Gökmen Başpınar, bu karara Ankara İdare Mahkemesinde itiraz ve iptalini talep etmişse de İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi bu itirazın neticesini beklemeden ilgili Kanunun 24/2 maddesini gerekçe göstererek dosyanın Suudi Arabistan mahkemesine devrine karar vermiş ve dosyayı kapatmıştır.
Yargılamanın durdurulması ve Suudi Arabistan Mahkemesine devir kararı gerekli yasal şartları taşımadığı gibi idare mahkemesinin kararının da beklenmemiş olması açık bir şekilde hukuka aykırıdır.
İstanbul mahkemesi tam tersi bir tavırla sanıkların Türkiye’ye iadesi yolunda bir karar alması gerekirken dava dosyasının bu şekilde yabancı ülkeye devredilmesi, olayın gerçekleştiği yer ve hükümranlık hakları bakımından, Türk yargı yetkisini ve egemenlik haklarını ihlal etmiştir. Cumhurbaşkanı düzeyinde gündemde ısrarla tutulmasına rağmen, söz konusu ülke ile uluslararası ilişkilerin ve iktidarın siyasal ihtiyaçları çerçevesinde, Türkiye’nin hukuk düzeni, Türk yargısının itibarı ve bağımsızlığına ağır darbeler vuran bir sonuç ortaya çıkmıştır.
Daha önceki Rahip Bronson ve Deniz Yücel davalarındaki birbiri ile tamamen zıt ve hukukun işleyişi açısından izahı mümkün olmayan süreçler ile Osman Kavala benzeri davalara yönelik AHİM kararları karşısında gösterilen dirençler ve Kaşıkçı kararı; yargının siyasetin aracı haline getirildiğinin açık göstergeleridir. Yaşanan bu son olayla hukuk devleti ve yargısal egemenlik haklarımız telafisi mümkün olmayacak şekilde bir kez daha ağır yara almıştır.
Yaşanan gelişmeler esef verici olup, iktidarın yargı üzerindeki baskısının ağır bir şekilde hissedildiği ülkemizde, hukuk devletinden, demokrasiden, insan hak ve özgürlüklerinden ve adaletten bahsetmek her geçen gün daha da zorlaşmaktadır.
Gelecek Partisi Adalet Politikaları Başkanlığı