Gelecekle Temiz Siyaset: Eğitim Boyutu

Gelecekle Temiz Siyaset: Eğitim Boyutu

Türk Milli eğitim sisteminin birçoğu kemikleşmiş ciddi sorunları vardır. Bunlar sistemin devamlı olarak değiştirilmesi, öğretmene yeteri kadar değer verilmemesi, plansızlık, mevzuatın sık sık değişmesi, liyakata önem verilmemesi, nitelikli öğretmen eksikliği, kısa aralıklarla müfredatın değişmesi gibi uzun bir liste oluşturabilecek sorunlardır. Burada sorun diye verilenler aslında belli süreçlerin sonuçlarıdır. Süreçler iyi idare edildiği takdirde sorunlar olmayacaktır. Süreçlerin idaresi de belli kurallarla olmaktadır. Bunlara prensipler de diyebiliriz. Kanaatimizce eğitim ve başka alanlarda karşılaşılan sorunların temel nedenleri başta belirlenen kural ve prensiplerden sapmalardır.

Liyakat Prensibinden Sapma: Eğitimde başarısızlık ve ona bağlı olarak sonradan ortaya çıkan pek çok sorunun nedeni liyakat prensibine uyulmamasıdır. Eğitimde bu husus kendisini farklı süreçlerde farklı şekilde göstermektedir. En bariz alan öğretmen seçimidir. Eğitim sistemimizde maalesef öğretmenler hala mülakatın da parçası olduğu bir sistemle seçilmektedir. Pek çok örnekte KPSS sınavından yüksek not alan öğretmen adaylarının mülakatlarda aldıkları düşük notlar nedeniyle ortalamaları düşmekte ve atanamamaktadırlar. Bu örnekler o kadar yaygın ve ayyuka çıkmıştır ki Twitter gibi sosyal mecralarda sık sık rastlanır olmuştur. Eğitimin en önemli unsuru olan öğretmenleri başarıları bazında değil diğer ideolojik ve siyasi nedenlerle seçerseniz gençlerinize öğretmek istediğiniz bilgiler öğretilmez ve kazandırılacak değerler verilemez. Ancak bilen öğretmen öğretebilir. Türk eğitim sistemini kilitleyen en önemli unsurlardan birisi öğretmen atamalarında liyakata uyulmamasıdır.

Aynı sorun okul idarecilerinin seçiminde de söz konusudur. Son zamanlarda sınava tabi olsalar da önceleri sadece siyasi ve ideolojik yakınlığa göre seçim söz konusuydu. Okul idarecileri eğitimin kalitesini güvence altına almak ve öğretmenleri motive etmek açısından son derece önemlidir. Siyasetçilere yakınlıkları dolayısıyla seçildiklerinde bu fonksiyonlarını yerine getirememekte ve eğitime en büyük zararı vermektedirler.

Liyakat prensibine uyulmaması bütün bakanlık idarecileri için söz konusudur. Maalesef genel müdür ve üstü makamların hemen hepsi cumhurbaşkanı oluru ile atanabilmektedirler. Bu sorun değildir. Sorun atananların maalesef liyakata değil biat prensibine göre seçilmesi ve görevlendirilmesidir. Milli Eğitim Bakanlığında bizzat Cumhurbaşkanı tarafından bakan yardımcılığı ve genel müdürlük görevlerine atanan akrabaları bulunmaktaydı. Bu türlü nepotizme dayalı atamalar bakanlıkta yıllarca çalışıp kademeleri geçerek yükselen ve o makamı hak eden kişiler adına büyük bir haksızlıktır. Zamanla biriken bu haksızlıklar sonunda bakanlığın verimli çalışmasını engellemektedir.

Yükseköğretimde de benzer sorunlar bulunmaktadır. YÖK Üyeleri dahil olmak üzere, yapılan Rektör / Dekan atamaları ve bu yöneticilerin önerdiği kadro tahsisleri gibi hususlar ilk dikkat çeken konulardır. Temiz düşünce ve temiz siyaset açısından, bu süreçlerin şeffaf olduğu, hakkaniyet içerdiği ve hesap verebilir bir şekilde işlediği ortaya konmalıdır. Bugün bunların tam tersi geçerlidir. “Bu kişi benimle aynı fikirde değil, farklı düşünüyor; ancak bu işin ehlidir, liyakatı vardır ve bu işe bu pozisyona daha çok layıktır. Atanması memleketin ve bu kurumun yararınadır” denebiliyor mu? Temiz düşünceye ve temiz siyasete örnek olacak böyle bir durum var mı? Varsa örneği nerede?

YÖK gibi memleketin geleceğine yön vermesi gereken ve her kesimi temsil etmesi gereken Üst Kurulların oluşmasında aykırı fikirlere sahip üyelerin de olması hataları azaltacaktır. Maalesef buna hiç dikkat edilmemektedir. Akademik yapıların ve kurulların oluşmasında seçilecek kişilerin siyasi tercihlerine veya kişilerin inançlarına odaklanılması akademik dünyanın temellerine de aykırıdır ve yükseköğretimin gelişmesini de engeller. Dolayısıyla, inanç ve siyaset çemberindeki tercihlere “temiz düşünce” / “temiz siyaset” denebilir mi?

En önemli konulardan birisi de Yükseköğretim Sistemindeki Üst Kurullarda ve Mevkilerdeki kişilerin göreve geldiklerinde ve ayrıldıklarında mal beyanında bulunmalarıdır (aslında bu gereklilik parlamenterler dahil devletin tüm kurum ve alanlarındaki görevliler için geçerli olmalıdır). Açıklanamayan gelirlerin temiz siyaset veya temiz düşünce ürünü oldukları söylenebilir mi?

Eğitime siyasetin müdahalesi ve çok başlılık: Eğitim sistemimizde etkili olan bir başka faktör siyasi müdahalelerdir. Eğitimi kimin idare ettiği maalesef son yıllarda karışık bir konu haline gelmiştir. Bu müdahaleler doğrudan Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanlığında görev yapan Eğitim ve Öğretim Politikaları Kurulu, hükümete yakın olan STK’lar ve bazen de Cumhurbaşkanına yakın olan şahıslar tarafından yapılmaktadır. Eğitimle ilgili bazı ana kanunların Cumhurbaşkanlığı Eğitim ve Öğretim Politikaları Kurulu tarafından hazırlandığı ve sonradan ME Bakanlığı ile paylaşıldığı bilinmektedir. Bazen de bakanlıkça hazırlanan tasarı Cumhurbaşkanlığındaki kurula incelenmek için gönderilmektedir. MEB tarafından kaleme alınan Öğretmenlik Meslek Kanun tasarısı bu iki kurum arasındaki tanımlanmamış ilişkiler nedeniyle maalesef son şekli verilip çıkarılamamıştır. MEB’le Cumhurbaşkanlığı Eğitim ve Öğretim Politikaları kurumu arasında ciddi bir koordinasyonsuzluk mevcuttur. 4+4+4 düzenlemesinin referansı olan ÖNDER kısaltması ile bilinen İmam Hatipliler Mezunları Derneği bir STK’dır.

İlahiyat Fakültelerinde sosyal ve beşerî bilimlerin müfredattan çıkarılması politikasının referansı Cumhurbaşkanımıza gençliğinde ders vermiş bir din adamıdır. Yine İlahiyat Fakültelerinde kızlarla erkeklerin ayrı oturması politikasını gündeme getiren başka bir din adamıdır.

TEOG’da değişiklik yapılması Cumhurbaşkanının isteği ile olmuştur. Yardımcı doçentliğin değiştirilip Doktor Öğretim görevlisi yapılmasının nedeni İngilizce sorununu doçentliğe kadar ertelemek isteyen ve Cumhurbaşkanımıza yakın olan bir grup akademisyendir. Sonunda cumhurbaşkanı bu değişikliğin yapılmasını istemiş ve yapılmıştır. FATİH Projesinde Cumhurbaşkanı bizzat müdahil olmuştur. Şehir Üniversitesinin kapatılması Cumhurbaşkanının etkisi ile olmuştur. Daha 2018 yılında Bosna’da Şehir Üniversitesinden olduklarını sonrada öğrendiği bir grup öğrenciye “Üniversitenize kayyum atanacaktır” dediği hem olaya şahit olanlar hem de 2019 tarihli bir yerel Bosna gazetesinde yer almıştır. Anlaşıldığı kadarıyla MSÜ, LGS ve YKS gibi genel sınavların pandeminin tırmandığı bir dönemde yapılmasının arkasında da Cumhurbaşkanı vardır. Buna benzer daha pek çok örnekte siyasetin eğitimin en önemli meselelerine etkisi çok açık bir şekilde görülmektedir. Bu sorun sadece siyasetin eğitime etkisi değil aynı zamanda eğitimde çok başlılık olarak tanımlanabilir. Bu sorunlar nedeniyle milli eğitimi kim idare ediyor sorusu son günlerde sıkça sorulmaktadır. Belki Cumhurbaşkanının ve siyasetin eğitimle ilgili kararlara müdahil olması savunulabilir ancak bu müdahalenin öğrenci ve ailelerinin taleplerini dikkate almadan belirli çıkar odaklarının taleplerinin dikkate alınarak ve siyasi hırs adına yapılması zararlı olmaktadır. Bakanlığın veya üniversitelerin vermesi gereken kararların doğrudan cumhurbaşkanı tarafından verilmesi doğru değildir.

Genel bürokrasinin etkileri: Ülkemiz bürokrasisinin bir parçası olan Milli eğitim, bürokrasinin karşılaştığı sorunlardan muaf değildir. Bunlardan en önemlisi akçeli işlerdeki sorunlardır. Yıllardır taşımalı eğitimde devletin zarara uğratıldığı konuşulmaktadır. Bu hizmete harcanan para oldukça fazladır: “6 yıllık süre zarfında taşımalı eğitime toplam 12 milyar 543 milyon 410 bin 304 TL harcama yapıldı. Yemek ücretleri de dahil edildiğinde rakam 16.3 milyar TL’ye çıkıyor. 2019-2020’de taşıma ve yemek ücretlerinin 4,5 milyar TL’yi bulması, böylece toplam rakamın 20 milyar TL’yi aşması bekleniyor.” (Milliyet, 10.01.2020) Bu hizmetin yoğun olduğu Doğu Anadolu illerimizde bazı yandaş diyebileceğimiz insanların devleti büyük miktarlarda zarara uğrattıkları gazetelere kadar düşen haberler arasındadır. “Taşımadan sorumlu Milli Eğitim Şube Müdürü …, taşıma konusunda istismarların mutlak suretle önüne geçilmesi gerektiğin belirtti.” Benzer şekilde FATİH projesinin ki 8,5 milyar TL’ye varması beklenen hacmi ile ülkemizdeki en büyük bilişim projesidir, pek çok yandaşı zengin ettiği ve son derece başarısız bir proje olduğu artık herkesin kabulüdür. Fatih projesi için yapılacak ihaleler için 4737 sayılı Kamu İhale Kanunu’na bir geçici madde eklenerek, “2015 yılı sonuna kadar yapılacak mal ve hizmet alımları ile yapım işleri, ceza ve ihalelerden yasaklama hükümleri hariç, bu Kanun hükümlerine tabi değildir.” denmiştir. Böylece FATİH PROJESİ üzerinden rant sağlamak ve vurgun yapmak için gerekli altyapı oluşturulmuştur. Buradan kim ya da kimlere nasıl rant sağlanacağı, ya da ülke kaynaklarının gelişigüzel nasıl peşkeş çekileceği açıkça anlaşılmaktadır. FATİH projesi ile ilgili cevaplanması gereken pek çok soru vardır. Milyarlarca TL para harcandı ortada hiçbir şey yok. Fatih Projesi ile başlayan ders içeriği hazırlama sürecinin ürünleri pandemi döneminde görüldüğü gibi yeterli ve tatminkâr değildi. Bütün öğrencilere tablet verilemediği için özellikle dezavantajlı öğrenciler dersleri takip edemediler. FATİH Projesinin başarısı büyük ölçüde öğretmenlerin dijital okuryazarlıklarına bağlıdır. Öğretmenlerin bu konuda zayıf oldukları da yine pandemi döneminde görüldü. Bu temel gereklilikler sağlanmadan yapılan proje başarısız olmuştur. O zaman sorulacak sorular ‘bunca para nereye gitti? Ve proje eğitime ne katmıştır? olacaktır.

Bir başka husus, son dönemde özellikle bilişim sektörü ile ilgili işlerin bakanlıktaki birimlerce değil dışarıya yaptırıldığı herkesin malumlarıdır. Bu nedenle bakanlık içindeki işler bazılarının iştahını kabartmış ve dışarıda devamlı olarak Bakanlıktaki işleri takip eden farklı gruplar oluşmuştur.

“Temiz Siyaset” açısından olmazsa olmaz temel koşullar gerek MEB gerek Yükseköğretim Sistemi bünyesindeki tüm uygulamaların paylaşımcı, şeffaf, denetlenebilir ve hesap verebilir nitelikte olması gerekir. Atama ve yükseltmelerde tek kural liyakat olmalıdır.

GELECEK PARTİSİ EĞİTİM POLİTİKALARI İZLEME KURULU BAŞKANLIĞI