“İNSAN HAKLARI EYLEM PLANI”
DAĞ, FARE ve OLANA RAZI OLMAK
Aylardan beri hükümet tarafından “ekonomide ve yargıda reform” yapılarak insan hakları, adil yargılanma, hukuki güvenlik ve kuvvetler ayrılığı ilkelerini en kamil manada koruyup geliştirecek tedbirler alınacağı söylenmiştir. Hatta iktidar ne kadar ciddi ve samimi olduğunu göstermek için başta adalet bakanı olmak üzere hükümet yetkililerini bir kısım STK’lar ile de buluşturmuş, ortağı olan MHP ye de çalışmalar hakkında bilgi vermiş, diğer partilere lüzum görmemiştir. Ve yaklaşık 5 aydır sürdürülen çalışmaların neticesi Sn. Erdoğan tarafından 02.03.2021 günü sadece Türkiye’ye değil tüm dünyaya da ilan edilerek artık Türkiye’nin özellikle temel insan hakları ve hukukun üstünlüğüne saygılı, kuvvetler ayrılığını özümsemiş ve AB vizyonuna uygun reformlar yapan bir ülke olduğu/olacağı göstermeye çalışılmış ve hukuk standartlarının yükselmesinin ülkemize olan güveni ve yabancı yatırımları da artıracağı özellikle belirtilmiştir. Bu açıdan bakıldığında, “insan hakları eylem planının” hak ve özgürlükleri ihlal edilen vatandaşların haklarını korumaktan ziyade yabancı yatırımcıyı celp etmek için ortaya konulmuş bir paket olduğu izlenimi doğmuştur.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, temel insan hakları ve hukukun üstünlüğü konusunda atılacak tüm adımları her ülke vatandaşı gibi umutla bekliyor ve destekliyoruz.
Ancak adı “İnsan Hakları Eylem Planı” olarak konulmuş bulunan "9 Amaç, 50 hedef ve 393 faaliyet" in büyük çoğunluğu planla alakalı olmayan hususlarla doludur. Konu ile ilgisiz birçok hususun açıklamaya konu edilmesi( öncelikle iktidarın ciddiyetini sorgulamayı gerekli kılmaktadır.
Sn. Erdoğan’ın planı açıklarken yaptığı konuşmaların arasına sıkıştırdığı bazı cümleler ise aslında yeni bir umut ve heyecan dalgası oluşturmak yerine hayal kırıklığı yaratmış, eski zihniyetin sürdürüleceğinin işaretlerini vermiştir. “Gülü sulamak/dikeni sulamak, her gördüğümüz çiçeğe su vermeyeceğiz, milli iradeye saygılı yeni anayasa” gibi yaklaşımlar endişelere neden olmaktadır. Konuşmada özellikle ifade edilen “Adalet Bakanlığı Tazminat komisyonunun yetki alanı genişletilirken AYM Bireysel Başvuru Yolu’nun güçlendirilmesi iddiası çelişkilidir. Yeni yeni başvuru yolları geliştirilmesinin diğer taraftan hak arama ve mahkemeye erişim hakkını ciddi bir şekilde engellediği görülmelidir. Ortada icra ve infaz sistemiyle desteklenmiş bir adalet teşkilatı var iken, mahkeme kararlarının etkinlik sağlayacak doğru tedbirleri almak yerine yeni başvuru yolları ihdas etmek hak arayanı oyalamaktır. Başta istinaf kanun yolu olmak üzere AYM ve AİHM Bireysel Başvuru Yolları, Kamu Denetçiliği Kurumu, TİHEK (Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu), Meclis İnsan Hakları Komisyonu, Meclis Dilekçe Komisyonu, OHAL Komisyonu vesairenin adaleti tesis etmeye ve haklının hakkına ulaşmasına yetmediği ülkemizde, sorunu gerçek anlamda çözmek iradesi yerine “Tazminat Komisyonu gibi yeni bir başvuru yolu daha ihdas etmek veya mevcudun yetkilerini artırmaya çalışmak” hak ve adalet arayan vatandaşı sonu gelmez başvuru yolları ile bezdirmektir. Bu başvuru yolları bugün maalesef adaleti daha da geciktirmekten başka bir netice vermemektedir. Bu nedenle “Adalet Bakanlığı Tazminat Komisyonu Başvuru Yolunu” zorunlu tutacak her türlü düzenleme adalete ve mahkemeye erişimi güvence altına almaktan ziyade bu hakları ortadan kaldıran bir yaklaşım olacaktır.
Cumhurbaşkanı tarafından “amaç” olarak ilan edilen konular, bir önceki yüzyılda kalan hususlar olup ve son derece kötü bir hükümet karnesi karşısında toplumsal ve akademik hiçbir karşılığı kalmamış, halkta da hiçbir heyecan uyandırmamıştır. Halkın OHAL uygulamaları, KHK’lar, adil yargılanma vs. daha birçok hayati sorunu var iken, HSK başta olmak üzere yargıya müdahale tarihte hiç olmadığı kadar yaygınlaşmış ve baskılara tahammül edemeyen hakim ve savcılar meslekten kaçarken onların duruşmada cübbe giymemesi gibi konuları “insan hakları eylem planına” konu etmek ciddiyetsizliği ve samimiyetsizliği ifşa etmiştir. İnfaz yasasındaki adaletsizliği görmezden gelen, infaz süreleri dolduğu halde davaları neticelendirilemeyen, tahliye edilmeyen, yaşlı, ileri derecede hasta olanlar, hamile veya küçük çocuklu kadın hükümlülerin sorunlarını görmezden gelen hükümetin yargı reformu ve insan hakları konusunda yapabildiği tek şeyin ileriye dönük yeni yeni taahhütlerde bulunmak ve hamaset yapmak olduğu bir kere daha görülmüştür.
Kurulu bulanan mevcut cezaevleri izleme kurullarının isminin “İnsan Hakları İzleme Komisyonu” olara değiştirmek göz boyamaktan öte bir anlamı yoktur. Çok önemli bir açılım olarak takdim edilen “İdari yargı kararlarının yazımı için 30 günlük süre öngörülmesinin tatbikatta hiçbir kıymet ifade etmediğini de” tüm hukukçular yakinen bilirler.
İdarenin başvurulara cevap süresinin 30 güne çekilmesi, tutukluluğa ilişkin kararlara karşı “dikey itiraz yolunun” açılması, “eşe karşı şiddet” kavramına “eski eşin” de dahil edilmesi, AİHM ve AYM kararlarına karşı direnen veya ihlal kararlarına neden olan hakim ve savcılar hakkında müeyyide öngörülmesi gibi hususlar olumlu karşılanmaktadır.
Hukuk Fakültelerinin eğitim süresini 5 yıla çıkarmak uzun zamandan beri dile getirilen olumlu bir husus olmakla birlikte özellikle idari yargı hakimliğine ve diğer kamu görevlerine seçilme ve atanma hususlarında, hukuk fakültelerinden mezun olanlar için aleyhe bir eşitsizlik oluşacaktır. Hukuk eğitimi vermeyen fakülte mezunları 4 yılın sonunda, hukuk fakültesi mezunlarının ise 5 yılın sonunda kamu görevlerine müracaat edebilmeleri kaş yaparken göz çıkarmak anlamına gelmektedir. Birçok önemli ve ayrı bir çalışma konusu olan hukuk fakültelerinin eğitim süresinin de “insan hakları eylem planına” konu edilmesi “torba yasa” anlayışının tipik bir tezahürü olarak görülmelidir. Konunun hassasiyeti gereği özel ve bağımsız bir çalışmayı gerekli kılmaktadır.
Sonuç olarak, 2019 yılında açıklanan “Yargı Reformu Strateji Belgesi” ile taahhüt ettiği reformları gerçekleştirmenin gönül huzuruyla (!?) konuştuğunu söyleyen Cumhurbaşkanı aslında, ileriye dönük (en az 2 yıl) yeni taahhütler içeren bir eylem planı daha ortaya koymuş bulunmaktadır. Bu süreçte yeni anayasa başta olmak üzere iddia ettiği reformları yapması mümkün olmayan iktidarın zaman ve bahane kazanmak gayreti içinde olduğu, seçim yatırımı yapmaya çalıştığı görülmektedir.
Açıklandığı günden itibaren hiçbir adım atılmamış olan 2019 yılı stratejik eylem planına 02.03.2021 tarihi itibarıyla yeni bir “eylem planı” daha ilave edilmiş olduğu görülmektedir. Hayırlı olsun.