2020 Yılının son günü Cumhurbaşkanı, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin (BMGK) Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine yönelik yaptırım kararlarının uygulanmasına ilişkin usul ve esasları düzenleyen 7262 sayılı kanunu onayladı ve kanun aynı gün Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi.
Özet olarak bu kanun ile STK’lara yönelik son derece önemli ve ayrıntılı düzenlemeler ve yardım toplama ve dağıtma, malvarlığına el koyma, yönetimine kayyum atama, kapatma gibi ağır idari yaptırımlar ve İki Milyon TL’ye varan idari para cezaları öngörülmüştür. Kara paranın aklanması gerekçesiyle Avukatlık Kanunu ve diğer mevzuatın öngördüğü “sır saklama” yükümlüğüne aykırı olarak önemli istisnalar getirilmiştir. Ayrıca birçok alanda geniş düzenlemeler yapılmıştır.
Bu yasanın, Kitle İmha Silahlarının Yayınlanması ve Finansmanını önlemeye yönelik olarak BMGK kararı gereğince zorunlu olarak yapılması gerektiği iktidar milletvekilleri tarafından iddia edilmiştir. Bu yasa gerçekten BMGK kararına istinaden çıkarıldı ise müstakilen ve bu amaca yönelik bir kanun çıkarılmalıydı. Ancak gerekçe olarak gösterilen ilgili kararın hükümet üyeleri ve bürokratlarla ilgili hükümlerine yasada yer verilmemiş olması gibi birçok husus gerçek niyetin başka olduğunu, bu açıklamada izah edileceği üzere BMGK’nin bu kararı vesile edilerek, sivil toplum üzerinde yeni bir baskı kurulmasının amaçlandığını ortaya koymuştur. Düzenlemenin sadece 6 maddesinin BMGK kararıyla doğrudan ilgili olduğu, diğer tüm düzenlemelerin zorlama yorumlarla yasayla ilişkilendirildiği görülmektedir. İlgili karar ile doğrudan bir ilgisi bulunmadığı halde, STK’lar ve avukatlık mesleği başta olmak üzere bir çok temel hak ve özgürlüğe müdahale ve engelleme imkanı getiren bu yasanın Anayasa, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve uluslararası sözleşmelere ve bu hakları koruma altına alan ulusal mevzuata aykırı olduğuna kuşku yoktur. Bu kanun ile dernekler ve STK’lar adeta baştan sona yeniden düzenlemekte ve tahammül edilemez para cezaları ve yaptırımlar öngörülmektedir. 7262 sayılı yasanın temel mevzuatlar (Anayasa, AİHS vs) dışında, demokratik hukuk devleti gereklerine de aykırı olduğu, temel hak ve özgürlüklerin özünü zedeleyecek şekilde kısıtlayabilecek hususlar içerdiği, sivil toplum olgusunu ortadan kaldırmaya yönelik olduğu tartışmasızdır. Tüm sivil toplum, avukatlar, barolar ve geniş toplumsal kesimlerinin açık itirazlarına rağmen çıkarılan, otoriter ve baskıcı bir amaç ve üslup ile yapılan bu yasaya demokratik toplumun tepki göstermesi gereklidir.
7262 sayılı yasanın sadece kitle imha silahlarının yayılması ve finansmanın önlenmesi amacıyla çıkarılmadığı, birçok yasada özel maksatlı değişikliklere bahane olarak kullanıldığı açıktır. 2866 sayılı Yardım Toplama Kanunu, 5253 sayılı Dernekler Kanunu, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu, 6415 sayılı Terörler Mücadele Kanunu, 5549 sayılı Suç Gelirlerini Önleme Kanunu, gibi kanunlarda önemli değişiklikler yapılırken konunun uzmanları, tarafları ve kamuoyu önünde tartışılmamış adeta oldubittiye getirilerek bu düzenlemeler yapılmıştır. Ak Parti hükümeti, hep yapageldiği gibi bu yasayı kendi milletvekilleriyle dahi müzakere etmemiştir. Yapılan bu düzenlemenin birçok maddesi Anayasanın 9, 11, 17, 19, 20, 33, 35, 36, 37,38, 39, 40, 47 ve 125. maddelerine açıkça aykırılıklar içermektedir. Yine AİHS’nin 6, 8, 11, 13, 18, ek protokol 1. maddelerine ve anılan maddelerde belirtilen hak ve özgürlükleri korumak amacıyla yapılmış iç hukuktaki ilgili düzenlemelere açıkça aykırıdır. Sözü edilen tüm temel hak ve özgürlüklere aykırı bu yasa, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmelidir. Aksi halde ülkemiz ve devletimiz birçok örneği görülmekte olduğu gibi yeni davalar üzerinden itibarını kaybetmeye ve çok büyük ekonomik bedeller ödemeye mahkum edilecektir.
STK’lara yönelik benzeri bir düzenlemenin daha önce yönetmelik olarak çıkarıldığı ancak Danıştay tarafından iptal edildiği ortada iken gösterilen ısrarın nedeni izah edildiği üzere sivil toplumu baskı altına almaktır. Kişiler hakkında soruşturma ve dava açmanın dahi çok kolaylaştığı ülkemizde, STK’ların malvarlıklarının dondurulması, el konulması, milyonlarca liralık cezalar verilmesi ve yönetimine kayyum atanması ya da kapatılması Cumhurbaşkanının, Bakanın, Valinin veya Vali Yardımcısının hatta Kaymakamın bir sözüne bağlı hale gelmiştir.
Kurulmasına karar verilen “Denetim ve İşbirliği Komisyonunu”nun tamamıyla iktidarın seçeceği bürokratlardan oluşturulması, özellikle muhalif STK’lar için başlı başına bir baskı ve tehdit algısı oluşturacaktır. Hukuken muteber somut delil ve belgelerle değil de BMGK veya iktidarın çoğu siyasi emir ve talimatlarıyla işlerini yürüteceği belli olan komisyonun kararlarına karşı idari ve yargısal hiçbir denetim mekanizması da bulunmamaktadır.
Türkiye’deki kurulu tüm STK’ların, baroların ve tüm demokratik kuruluşlar gibi Gelecek Partisi’nin de karşı çıkmasına rağmen yasalaştırılan düzenlemelerin oluşturduğu kaygılar karşısında, İçişleri Bakanının STK’lara işlem yapılmayacağına dair “kişisel kefaletinin” hukuk devletinde hiç bir anlamı ve karşılığı yoktur. Hukuk devleti düzeninde hiçbir kamu görevlisinin şahsi kefaletiyle yol yürünemeyeceği evrensel bir kuraldır. En kısa zamanda İçişleri Bakanının kendisinin bizzat bu kefaleti bozacağı da karine olarak çok iyi bilinmeli ve unutulmamalıdır.
Yine, 7262 sayılı yasanın 20. maddesinde yapılan düzenleme, avukatlık mesleğine ihbar yükümlülüğü getirilmiş bulunuyor. Bu düzenleme, avukatlık mesleğinin en önemli özelliğine ve Avukatlık Kanununun 36. maddesi ve meslek ilke ve kuralları başta olmak üzere tüm meslek grupları için geçerli olan mesleki faaliyet içinde vakıf olunun sırların mahremiyetinin korunması ilkesine açıkça aykırıdır. Bir kısım istisnalar çerçevesinde düzenleme yapıldığı iddiası, Türkiye gerçeğinde inandırıcı olmadığı gibi, sayılan alanlarla sınırlı dahi olsa avukata getirilen ihbar yükümlülüğü sadece avukatların mesleki onur ve saygınlığına değil, mesleki faaliyetlerine ve kazançlarına karşı yapılmış açık bir saldırıdır. Avukatlar artık ihbar etmediğinde suç işlemiş, ihbar ettiğinde vekalet ilişkisine sadakatsizlik etmiş, ihbarı asılsız çıkarsa tazminat ödemek durumlarıyla karşı karşıya kalmıştır. İktidarın her vesile ile avukatlık mesleğine yönelttiği hasmane tutumun en sonuncusu olan bu düzenleme, zaten oldukça değersizleştirilmiş savunma mesleğini hepten sindirmeye ve ezmeye yönelik bir yaklaşımdır. Çoklu baro düzenlemesinde olduğu gibi bu yasada da avukatların ve sivil toplumun bütün itirazlarına rağmen iktidar, kamuoyunun beklenti ve taleplerini duymazdan ve görmezden gelmiştir. Demokratik bir toplumda muhataplarının karşı çıktığı bir düzenlemede ısrar edilmesinin izahı, hükümetin demokrasiyi ve yasama organını araçsallaştırdığıdır. Topluma yönelik dayatmacı hiçbir yaklaşımın demokratik meşruiyetinin olmadığı bilinmelidir.
Yasalarla öngörülmüş sır saklama mükellefiyetinin dahi ortadan kalktığı, herkesin herkesi ihbar ettiği bir ortam, toplumsal barışın da ciddi manada tehlikeye düştüğü bir ortamdır. Hükümet, terörle mücadele amacıyla getirdiği “ihbarcılık/muhbirlik” uygulamasını hayatın diğer alanlarına da yaymaya çalışarak kop koyu bir korku atmosferi ve bu iklim üzerinden otoriter bir yönetim anlayışını oturtmaya çalışmaktadır.
İktidar, bu yasalarla yanlışlarına muhalefet potansiyeli taşıyan tüm meslek guruplarının ve sivil toplumun etkinliğini kırmaya çalışmaktadır. Dikensiz bir gül bahçesi arayışına yönelik düzenlemeler, sadece sivil toplumu değil aynı zamanda demokrasiyi ve dolayısıyla iktidarın demokratik meşruiyetini de zedelemektedir.