Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarının Gereğini Yerine Getirmemekte Direniyor!

Bir iş insanı ve insan hakları savunucusu olan Osman Kavala, 18 Ekim 2017’de gözaltına alınmış; 1 Kasım 2017’de Türk Ceza Kanunu’nun 309. ve 312. maddelerini ihlâl ettiği gerekçesiyle tutuklanmış; tutukluluğu Türk Ceza Kanunu’nun 328. maddesini ihlâl ettiği gerekçesiyle sürdürülmüştür.

10 Aralık 2019’da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Osman Kavala’nın tutuklanmasının ve uzun süren tutukluluk halinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin özgürlük ve güvenlik hakkını düzenleyen 5. maddesinin 1. fıkrasını ihlâl ettiğine oybirliğiyle karar vermiştir. Bundan başka Mahkeme, Kavala’nın Anayasa Mahkemesi’nde devam etmekte olan bireysel başvurusunun süratle görülmemesinin Sözleşmenin 5. maddesinin 4. fıkrasına aykırı olduğuna oybirliğiyle karar vermiştir. Nihayet Mahkeme, Türkiye’nin Osman Kavala hakkında sürdürdüğü yargılama sürecinde kendisine izafe edilen suç fiillerini işlediğini ispat eden yeterli bir delilin olmadığından bahisle Sözleşmenin 5. maddesinin 1. fıkrasının ihlâliyle bağlantılı olarak Türkiye’nin Sözleşmenin kötüye kullanma yasağını düzenleyen 18. maddesini de ihlâl ettiğine (1’e karşı 5 olmak üzere) oy çokluğuyla karar vermiştir.

Mahkeme, kararında, Osman Kavala’nın uzun süren tutukluluk halinin sadece onun sesini kısmayı amaçlamadığını, aynı zamanda sivil toplum çalışmalarını caydırmayı da amaçladığını belirtmiştir. Böylece Mahkeme, Osman Kavala’nın derhal serbest bırakılmasına hükmetmiştir. 10 Aralık 2019’da alınan bu karar, 11 Mayıs 2020’de kesinleşmiştir.

O tarihten bu yana Türkiye’nin Osman Kavala’yı serbest bırakmaması, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının gereğini yerine getirmemek anlamına gelmektedir. Sözleşme hukuku içinde taraf devletlerin, haklarında verilen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının gereğini yerine getirmemek gibi bir seçenekleri yoktur. Sözleşmenin 46. maddesinin ilk fıkrası, bu hususu şüpheye yer bırakmayan bir açıklıkla düzenlemiştir. Buna göre, “Yüksek Sözleşmeci Taraflar, taraf oldukları davalarda Mahkeme’nin verdiği kesinleşmiş kararlara uymayı taahhüt ederler.”

Bu hükme rağmen taraf devletin Mahkeme kararının gereğini yerine getirmemesi, bir denetim ve ihtar sürecini takiben Konsey üyeliğinin askıya alınması veya üyelikten ihraç gibi ağır müeyyidelere bağlanmıştır.

Sözleşmenin 46. maddesinin 2. fıkrası, “Mahkeme’nin kesinleşen kararı, infazını denetleyecek olan Bakanlar Komitesi’ne gönderilir.” hükmüne yer vermektedir. Bu hükümle Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının gereğinin yerine getirilmesini denetlemekle yetkili kılınmıştır. 46. maddenin 3. fıkrası, AİHM kararlarının gereğinin yerine getirilmesi konusunda bir yorum güçlüğü olması halinde izlenecek yöntemi düzenlemektedir. Hemen belirtelim ki Kavala davası yönünden böyle bir yorum güçlüğü yoktur. Çünkü Mahkeme, 10 Aralık 2019’da verdiği kararda Kavala’nın derhal serbest bırakılması gerektiğini hükme bağlamıştır.

46. maddenin 4. fıkrası, AİHM kararlarının gereğinin yerine getirilmemesi halinde Bakanlar Komitesi’ne taraf devleti ihtar yetkisini sunmakta; buna rağmen taraf devlet, kararın gereğini yerine getirmemekte direnirse aynı maddenin 5. fıkrasıyla Bakanlar Komitesi’nin ihraç prosedürünü başlatmasına olanak tanınmaktadır.

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, 3 Eylül 2020, 29 Eylül 2020 ve 3 Aralık 2020 tarihli kararlarıyla Türkiye’ye AİHM’nin kararına uygun olarak Osman Kavala’yı serbest bırakması ihtarında bulunmuş; 9 Haziran 2021, 16 Eylül 2021 ve 30 Kasım 2021 tarihli kararlarında ise bu çağrısını tekrarlayarak ihraç prosedürünü başlatacağını bildirmiştir. Buna rağmen Osman Kavala serbest bırakılmamıştır.

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin 2 Şubat 2022’de verdiği karar, ihraç prosedürünün başlatılması yönünde atılan ilk adımdır. Bu karar neticesinde AİHM’nin Büyük Dairesi, Türkiye’nin Sözleşmenin 46. maddesinin 1. fıkrasını ihlâl edip etmediğini tespit edecektir. Eğer bu süre içinde AİHM kararına uygun olarak Kavala serbest bırakılırsa Büyük Daire, Türkiye’nin 46. maddenin ilk fıkrasını ihlâl etmediğine hükmedecek; bu kararını Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne bildirecektir. Kısacası Türkiye, uluslararası yükümlülüklerine uygun olarak Kavala’yı serbest bırakma; böylece Avrupa Konseyi’ndeki üyelik statüsünü koruma seçeneğine hala sahiptir. Ne var ki bugün (21 Şubat 2022) yapılan duruşmada Kavala’nın serbest bırakılmaması, Türkiye’nin bu seçeneği değerlendiremediğini göstermektedir.

Türkiye ve Avrupa Konseyi

Bu noktada Türkiye’nin Avrupa Konseyi ile olan hukukî bağını hatırlatmakta yarar vardır. Türkiye 1949’da Avrupa Konseyi’ne üye olmuştur. 1950’de Avrupa Konseyi bünyesinde hazırlanan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni imzalayarak 1954’te onaylamıştır. 1987’de AİHM’ye bireysel başvuru hakkını tanımış; 1989’da AİHM tarafından verilen kararların bağlayıcılığını kabul etmiştir. Bu bağlamda Türkiye’nin AİHS hükümleriyle AİHM kararlarının gereğini yerine getirmemek gibi bir seçeneği bulunmamaktadır. Dahası Türkiye, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin öncülüğünde 2004’te yürürlüğe giren Anayasa değişikliğiyle temel hak ve hürriyetlere ilişkin milletlerarası sözleşmelerin kanunların üzerinde olduğunu kabul etmiştir.

Bu açıklamalar Türkiye’nin AİHM kararlarının gereğini yerine getirmeme lüksü olmadığını göstermektedir. AİHS’nin hükümleri ve AİHM’nin kararları, hükümet aktörlerinin iddia ettiği gibi yargının bağımsızlığına müdahale etme anlamı taşımamaktadır. Tam aksine Avrupa Konseyi’nin varlık nedeni, taraf devletlerde hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını korumaktır. Bu amaç, Konsey’in kuruluş statüsünün 3. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, “Avrupa Konseyinin her üyesi, hukukun üstünlüğü ilkesiyle yargı yetkisi içindeki herkesin insan hakları ve temel özgürlüklerden yararlanması ilkesini kabul eder ve 1. Bölümde belirlenen Konsey amacının gerçekleşmesinde içten ve etkin bir biçimde işbirliği yapmayı üstlenir.”

AİHS de aynı amaçla akdedilmiştir.

Sonuç

Bugün Türkiye’yi yöneten ve her vesileyle Adnan Menderes ile Turgut Özal’ın takipçisi olduğunu iddia eden kadrolara bazı tarihî hakikatleri hatırlatmakta fayda vardır. Türkiye, AİHS’yi 4 Kasım 1950’de, yani Demokrat Parti’nin iktidara gelmesinden hemen sonra Celal Bayar’ın Cumhurbaşkanı, Adnan Menderes’in Başbakan olduğu dönemde imzalamıştır. Sözleşmenin onaylandığı 1954’te de Demokrat Parti iktidardadır.

AİHM’ye bireysel başvuru hakkının tanındığı 1987’de ve AİHM kararlarının bağlayıcılığının kabul edildiği 1989’da Turgut Özal’ın Başbakan olduğu Anavatan Partisi iktidardadır.

Temel hak ve hürriyetlere ilişkin milletlerarası antlaşmaları kanunların üzerinde bir statüye yükselten 2004 Anayasa değişikliği ise Adalet ve Kalkınma Partisi’nin öncülüğünde kabul edilmiştir. Şu halde AİHM kararlarının gereğini yerine getirmemekte direnerek Osman Kavala’nın tutukluluğunda ısrar etmek, sadece uluslararası hukukun ihlâline yol açmamakta; aynı zamanda iktidar aktörlerinin siyasi tezleriyle de çelişmektedir.

Nihayet Türkiye’yi yöneten kadroların hukuk devletiyle bağdaşmayan bu tutumu, Dışişleri Bakanlığı’nın resmi sitesinde yer alan açıklamalarla da bağdaşmamaktadır. Bu sitede İnsan Hakları sayfasında Avrupa Konseyi alt başlığında Türkiye’nin Konsey’le olan işbirliğinin tarihî kökleri ve gelişim sürecine yer verilerek AİHS ile AİHM kararlarının iç hukukumuzun bir parçası olduğuna değinilmiştir.

Dahası 2 Mart 2021’de Sayın Cumhurbaşkanı tarafından kamuoyuna açıklanan İnsan Hakları Eylem Planında kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının korunması, tutuklama kararlarının sınırlanması konusunda çeşitli hedeflere yer verilmiştir (İnsan Hakları Eylem Planı, 2 Mart 2021, Adalet Bakanlığı, s. 70-73, https://rayp.adalet.gov.tr/resimler/1/dosya/insan-haklari-ep02-03-202115-14.pdf).

GELECEK Partisi olarak ülkemizi yöneten siyasi kadrolara izledikleri her politikada, aldıkları her kararda Anayasamızın 2. maddesinde yer alan “insan haklarına saygılı hukuk devleti” kavramlarının gereğine uygun davranmaları çağrısında bulunuyoruz.

Bu bağlamda 1949’dan bu yana üyesi bulunduğumuz Avrupa Konseyi bünyesinde, 1950’de imzalayıp 1954’te onayladığımız AİHS hükümleriyle 1987’de bağlayıcılığını kabul ettiğimiz AİHM kararlarına uygun davranmanın da insan haklarına saygılı hukuk devletinin yarattığı bir zorunluluk olduğunu hatırlatmak istiyoruz. Bu doğrultuda AİHM’nin 10 Aralık 2019’da verdiği kararın gereği olarak Osman Kavala’nın serbest bırakılmasının gerek iç hukukumuzdan kaynaklanan gerekse uluslararası hukuktan doğan yükümlülüklerimizin gereği olduğunu vurgulamaya ihtiyaç duyuyoruz.

GELECEK Partisi İnsan Hakları Başkanlığı